DÜNYADA TEKİZ
Kadın Hakları Komisyonu Üyesi ve Avukat İsmihan Gülser Üçok, ?Dünyada Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden kadını koruyamamaktan dolayı ceza yiyen tek ülkeyiz? dedi.
Dünya Kadınlar Günü ya da Dünya Emekçi Kadınlar Günü her yıl 8 Mart´ta kutlanan ve Birleşmiş Milletler tarafından tanımlanmış uluslararası bir gündür. Türkiye´de ise 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında "Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanmaya başlandı. Kayseri Barosu Kadın Hakları Komisyonu üyeleri ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Türkiye´de kadına bakış açısı, toplumdaki kadının yeri ve önemi, kadınların yaşadığı sıkıntılar ve kadının yeri ile ilgili. Sohbetimize katılan Kadın Hakları Komisyonu Başkanı Gülser Soydan, Kadın Hakları Komisyonundan Sorumlu Yönetim Kurulu üyesi Kadriye Akkaş Peker, Kadın Hakları Komisyonu üyeleri İsmihan Gülser Üçok, Selin Soydan, İlknur Özal, Burçin Akbulut ve Merve Dağirmenci´ye ben de buradan teşekkürlerimi iletiyorum. Oldukça keyifli ve benim için de bilgi dolu bir söyleşi oldu.
Burçin Akbulut: Ekonomik kültürel ve sosyal alanda kadınları kadının ne demek olduğunu anlatmalı. Kadının hayat içerisindeki yerinin önemini kavratmamız gerektiğini düşünüyorum. Kadının yerini kadınlara anlatmak ile başlamalıyız, sonra erkeklerle ilgili reformları düşünmeliyiz. İlk öncelik kadınlar olmalı. Benim görmüş olduğum birçok davada kadının kendine olan özgüven eksikliği var maalesef. Özgüven ise kazandığı parayla, ailesiyle alakalı olan bir şey değil. Kadın kendisini biliyorsa, kendisine güveniyorsa var. Etrafımızda bunun o kadar çok örneği var ki. Artık okuduğu okul ya da diplomasının olması bir anlam ifade etmiyor. Avukat bir bayanın da üzerine kuma gelebiliyor. Bunu ona bir şekilde kabul ettiriyorlar. Ayaklarının üzerinde durabiliyor, doğu kültüründe yetişmiş birisi değil. Kadınları aslında din ile bastırıyorlar. Okumuş olması önemli değil yani. Ben bugün kendi köyüme gitsem, benim köyümde ki hiçbir kadın bunu kabul etmez. Öyle ki o kadınların her hangi bir ekonomik gelirleri de yok. Kaldı ki köy yerinde boşanmış kadın olmak çok daha zor. Benim tespitim bu.
İlknur Özal: Türkiye´de kadına bakış açısı denilince aslında Türkiye tam da cumhuriyetin kurulduğu dönemden itibaren kadın kurtuluş savaşı dâhil olması gerektiği gibi erkeği ile beraber kol kola savaşıyordu. Bunu da dünyada ilk yasal düzenlemeler olarak da Atatürk aynı şekilde yasamıza ve anayasamıza dâhil etti. Ancak devamlı süreçte her ne kadar 1934 yıllarında kadın milletvekilleri var iken günümüzde bu rakam çok daha aşağıya düştü. Başka alanlarda da geleneklere göreneklere dayalı olarak erkek egemen bir toplumun getirdiği yorumlara açık olarak kadınlarımızda bunu maalesef kabullendi. Aslında Türkiye´de kadına bakış açısı cumhuriyet tarihinden itibaren olması gereken en yüksek seviyeye çıkarılması için yasal düzenlemeler mevcut. Bu anlamda eğitim olarak en iyi seviyeye gelmişken tam aksine birleşmiş milletlerin dayatmaları doğrultusunda da olsa çok daha geniş kapsamlı, İslam´ın sözleşmesi gibi birçok anlaşma olmasına rağmen hiçbir şekilde o seviyeye ulaşmanın ötesinde çok daha alt noktalarda erkek bakış açısına maruz kalan sıkıntılı bir bakış açısı diye düşünüyorum.
Gülser Soydan: Bende arkadaşlarıma katılıyorum. Kadının yeri çok çok daha iyi. Cumhuriyetle beraber kadınlarımıza daha fazla kıymet verilir hale geldi. Örneğin bu sabah bir gazetede Nasreddin Hocanın iki eşli olduğu yazıyordu. Yavaş yavaş bunu topluma empoze ediyorlar. Yeni yayına giren birçok televizyon programında bunu yapıyorlar. Dizide adamın iki tane karısı var. Birini alıyor karşısına sen benim ilk karım ilk göz ağrımsın diyor. İkincisine ise sen bana aşkı tattırdın diyor.
İsmihan Gülser Üçok: Cennet analarımızın ayakları altındadır. Kadınlara hayatı cehennem etmiş bir toplum içerisinde yaşıyoruz maalesef. Özellikle geçmişten bugüne kadının yerine bakarsak orta çağda anlaşmalara imza atmış bir toplumdan geliyoruz. Kadının imzası anlaşmalarda yoktu iptal edilirdi. Kadın erkeğin yanında savaşlara katılırdı, komutanlık yapardı. Yine dinimizde Hz. Aişe anamız 19 sene komutanlık yapmıştır askerlerin başında. Atatürk dönemlerine geliyorsunuz Türk kadını haklarını birçok medeniyete göre çağdaş dediğimiz diğer toplumlara göre daha önce elde etmişlerdir. Atatürk döneminde 1930´lu yıllarda kadınlar elde etmiştir. Ama şimdiye bakıyorsunuz, kadınlar nerede? Kadınlar lehine birçok yasalar var. İyi ki de Avrupa Birliği var. Ya da şöyle söyleyim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi var. Oralardan olan çalışmalar ile bir parça olsun kadınlar ile ilgili, toplumla ilgili olumsuzluklar düzeltilmeye çalışılıyor. Ama elbette yeterli değil. Dünyada Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden kadını koruyamamaktan dolayı ceza yiyen tek ülkeyiz. Bunlardan bir tanesi Nahide Opuz davasıydı. Koruma kararı olmasına rağmen korunamadığı için annesi öldürülmüştü. Yakın zamanda yine bir ceza yedik, yine kadına koruma kararı çıktığı halde devlet kadını koruyamadığı için ceza aldık. Ve bu konuda ceza yiyen tek ülkeyiz. Dolayısıyla kadınla ilgili zihniyet yönünden müthiş bir gerileme var. Ve ben şöyle düşünüyorum herhalde 90 yıl öncesinin Türk kadının asla yakalayamayacağız bu zihniyetle. İkinci bir olay Burçin hanımın dediği gibi erkekler yönünden kadına hep ikinci sınıf vatandaş gözüyle bakılıyor. Ama kadın kendini ne görüyor? Kadının da kendi yerini birazcık bilmesi gerekli. İkinci sınıf vatandaş olmadığını, erkekle eşit olduğunu, eşit muamele yapılması gerektiğini bilmesi gerekli. Günümüzdeki birçok dizide sanki bilinçli yapılmış gibi geliyor bana. Aslında muhafazakâr bir toplumuz, dini birçok konuda işlerine geldiği gibi kullanıyorlar. Ama dizilere bakıyorsunuz, hiç biri başladığında ki anne ve babasıyla kalmıyor. Bunlar toplumda bir şeyleri normal göstermeye çalışıyorlar. Gerçekten böyle bir olayla karşılaştığınız zaman şunu demiyorsunuz, ?Aaaaa olur mu böyle şey??. Bir şekilde gözümüz ve kulağımız alışmış oluyor.
Kadriye Akkaş Peker: Kadınlar ve erkeklerin fiziksel olarak eşit olmamaları, hak olarak da eşit haklara sahip olmamalarını gerektirmiyor. Eşitlik isteği kadınların en doğal haklarıdır. Çünkü kadın da olsa erkek de olsa, insan önce insandır. Kadınlar geçmişte, çoğu toplumlarda ikinci sınıf vatandaş olarak görülmüştür. En ağır işlerde çalıştırılmış, bir eşya gibi alınıp satılmış, baskı altında tutulmuş ve çoğu zaman şiddete maruz kalmıştır. Ne yazık ki kadınlar hâlâ eğitim ve diğer toplumsal hizmetlere erişmekte güçlüklerle karşılaşıyorlar. Günümüzde kadın, hem işine gitmiş, hem de eve gelince çocuğuna bakıp, ilgilenmiştir. Hem anne, hem iş kadını, hem de ev kadını rolünü üstlenmiştir. Bütün sorumlulukların altına kadınlarımız girmek zorunda kalmıştır. Kurtuluş Savaşı´nda Nene Hatun, Halide Edip Adıvar gibi birçok kahraman Türk kadını, cephelerde savaşmış, bağımsızlık savaşının kazanılmasında önemli rol oynamıştır.
Kadınların haklarını engellemek demek, o toplumu bitirmek demektir. Kadınsız bir toplum çorak bir toprağa benzer. O hâlde, eğitim her kadının doğal hakkı olmalıdır. Çünkü toplumun yapı taşı olan aileden başlayarak, sağlıklı bireyler yetiştirmek, onların elindedir. Eğer kadın bilgisiz ve cahil kalmışsa, okuma hakkından yoksun bırakılmışsa, ondan sağlıklı bireyler yetiştirmesi beklenemez. Atatürk de bunu çok iyi bildiği için, sosyal ve kültürel alanda, eğitimde, hukukta, aile içinde ve çalışma hayatında kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmasını hedeflemiştir. Nitekim kadınlar, seçme ve seçilme hakkı gibi haklara birçok ülkeden önce sahip olmuşlardır. Atatürk´ün dediği gibi ?Bir toplum, bir millet erkek ve kadın denilen iki cins insandan meydana gelir. Mümkün müdür ki, bir toplumun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça, diğer kısmı göklere yükselebilsin!?
Haber: Berna Utaş Utangan