Yalçın ARAL


ABD VE BATI TOPLUMUNUN DÜNYADAKİ SOYKIRIMLARI (2)

İlk etapta ABD toplumunun yapısını incelemek gerekir. Tabi ki iyilik ve kötülüğün öğrenildiği gerçeği doğrultusunda Batı toplumunu değerlendirmekte fayda vardır.


İlk etapta ABD toplumunun yapısını incelemek gerekir. Tabi ki iyilik ve kötülüğün öğrenildiği gerçeği doğrultusunda Batı toplumunu değerlendirmekte fayda vardır. Avrupa’da yaşayan maceraperestlerin göç ederek bunun yanında Avrupa’da ağır cezaya çarptırılmış kürek mahkumlarının, tecavüzcülerin, katillerin, hırsızların ve kanun kaçakçılarının yanında kötü niyetli defolu insanların sürülerek ABD toplumunu oluşturduğunu atlamamak gerekir. ABD tarihinde Ataları ne idi ki şimdikilerden iyi şeyler beklensin! ABD toplumunun genlerine kötülük işlemiştir bunun yanında genlerinde kötülük bulunmaktadır. Maceraperest, psikopat, katil ve canilerin genlerinden oluşan ABD toplumunun bu kötü niyet içeren genlerden kurtulmasının kolay olmadığı da ortadadır. Zaten ABD’deki polis şiddetine, silahla öldürülen insan sayısına, oluşan istatistiklere ve silah edinmek için ABD’deki satışlara bakıldığı zamanda ortaya çıkan tablonun bu durumu maalesef teyit ettiği görülmektedir. ABD için “Vahşi Batı” isminin koyulduğunu da atlamayalım.

ABD’YE göç eden insanların; macerayı seven, milli ve manevi değerlerinden kopmuş, doğduğu topraklar ile bir bağı kalmamış insanlardan oluştuğu görülmektedir. ABD yalnızca bu tip insanları kendi bünyesine kabul etmektedir. İlluminatide belirtilen tek toplumdaki insan tipinin; Milli ve manevi değerlerinden kopmuş, doğduğu topraklar ile bir bağı kalmamış, materyalist zihniyete sahip, vicdandan yoksun insan tipi olduğunu da atlamamak gerekir. ABD’DE tek toplum felsefesi doğrultusunda bu tip insanları kendi bünyesinde toplamanın yanında kendi toplumunu da gerek eğitim kanalı ile gerekse de çalışma hayatında tek toplum felsefesi yönüne doğru algı ile insanları yönlendirmekte oldukları görülmektedir.

Kimse kendi gözündeki çöpü göremez! söyleminin ne kadar doğru olduğu ABD Başkanı Joe Biden’ın Ermeni Soykırımı ile ilgili söylemlerinde maalesef görmekteyiz. Türkiye’yi soykırım yapmakla itham eden ABD’nin tarihini ve yaptıklarını iyi bir şekilde incelemekte fayda vardır.

ABD tarihine bakıldığı zaman; 250 yıllık tarihi yüzkarası olaylarla dolu olan ABD’nin zulüm ve soykırımları saymakla bitmez. Birleşik Devletler, bağımsızlığını ilan etmeyi başardıktan sonra, topraklarını genişletmek amacıyla 1830 yılında çıkarılan “Kızılderili Tehcir Yasası” ile bölgede yaşayan tüm yerlileri ABD topraklarından çıkarmıştır. ABD’nin resmi devlet politikası olan Kızılderili soykırımının, Nazi Almanya’sında Yahudilere karşı uygulanan soykırımdan çok daha büyük bir soykırım olduğunu bilmek gerekir. ABD’nin resmi makamları bu katliamda Kızılderili kellesi başına para ödemiştir. Avrupa’dan gelerek ABD’yi oluşturan psikopat ruhlu beyaz ABD’liler, “Bu vahşi hayvanların yani Kızılderililerin tamamen imha edilmesi gerekiyor!”, “En iyi yerli ölü yerlidir!” politikasıyla kıtayı binlerce yıldır üzerinde yaşayan yerli halkın elinden zorla almışlardır. Bu kapsamda ilk biyolojik silah, Kızılderililer üzerinde uygulanmıştır. Sürgüne gönderilen Kızılderililere yardım olarak dağıtılan battaniyelere çiçek mikrobu bulaştırılarak çok sayıda yerlinin öldürülmesi sağlanmıştır. Kızılderili soykırımıyla bugünkü Amerika’nın da temelleri atılmıştır. Dünyada en büyük soykırım suçlusu Amerika Birleşik Devletleri’dir. Bu suretle o yıllarda dünya nüfusunun %20’sini oluşturan Kızılderililerin oranı %3’e düşürülmüştür. Milyonlarca yerli, çiçek hastalığı nedeniyle ölmüştür. Bununla da kalmayıp çiçek hastalığı Amerika kıtasından sonra Avrupa Kıtasına da yayılmış ve o zaman ki dünya nüfusunun dörtte biri çiçek salgınına yakalanmış ve dünyada çiçek hastalığından dolayı 100 milyondan fazla insan ölmüştür. ABD’yi oluşturan Avrupalı psikopat beyazların yetmiş milyon Kızılderili’yi kendi vatanlarında katlettikleri ve Avrupa kıtasına da yayılan çiçek hastalığından dolayı dünyada 100 milyondan fazla insanın ölmesinin sorumluluğu da ABD’ye aittir

Siyonist Protokollerinde, “Siyasi hürriyet bir fikirdir, fakat gerçek değildir.” Hürriyet, kardeşlik, eşitlik” söylemleri bulunmaktadır. Bu söylemleri çok eski zamanlarda, halk kitleleri arasında ilk bağıranlar Yahudilerdir. Bu söylemler o günlerden bu yana dünyanın her tarafında, bu yeme takılan budala papağanlar tarafından tekrar edilmiştir. Ve bunlar sayesinde, önceki zamanlarda, halklara yapılan baskılara rağmen çok iyi muhafaza edilmiş̧ olan ‘Dünya Refahı’ ve ‘Gerçek Ferdi Hürriyet’ fikirleri her tarafa taşınmıştır. “Yahudi olmayanların, sözüm ona zeki fertleri ve bilginleri bu sözlerin içindeki hakiki anlamları çıkaramadılar, birbirleriyle olan münasebetlerindeki ve manaları arasındaki çelişkilere dikkat etmediler, tabiatta hiçbir şekilde eşitlik olmadığını, hiçbir şekilde hürriyet olamayacağını, tabiatın bizzat kendisinin zekayı, karakteri ve kabiliyeti farklı meydana getirdiğini ve Halk kitlelerinin kör olduğunu göremediler,” Şeklinde ki ifadeler Siyonist protokollerinde belirtilmektedir.

Amerika Birleşik Devletleri demek; uygarlıkların ve kültürlerin yıkımı demektir. Siyonist protokollerinde “Biz demokrasi, insan hakları, özgürlük gibi kelimeleri kullanarak toplumları yönlendiririz.” Onlara bu havucu göstererek mazlumların kanlarını emmek sureti ile sömüren bu devlet, “demokrasi, insan hakları ve özgürlük” vaatleriyle bu dünyada kendi zihniyetini, sömürü düzenini, politikasını sürdürmeye devam ettirmeye yönelik hamleler yapmakta olduğunun iyi bilinmesi gerekir. ABD tarihi demek; gerçek anlamıyla işgallerin, savaşların, soykırımların, işkencelerin, darbelerin, haksızlıkların, kan ve gözyaşının tarihi demektir. Amerika yaptıklarını meşru göstermek için çizgi romanları, Hollywood filmleri ve yalan yazan bir sürü tarih kitapları vasıtasıyla algı ile tüm dünyayı aldatmaktadır. Örneğin çoğu Amerikan çizgi romanlarında, filmlerinde, tarih kitaplarında Kızılderililer, kafatası avcısı, barbar, vahşi, saldırgan ve psikopat olarak dünyaya empoze edilmiştir. Halbuki vahşi, barbar, kafatası avcısı, psikopat ve saldırgan olanlar bizzat Avrupa’dan ABD’YE göç eden ve ABD’Yİ oluşturan beyazlardır.

Yahudiler ABD’liler için “Amerika Birleşik Devletleri vatandaşları karşısındakinin kanını emmedikten sonra rahat edemezler!” der. Şimdide ABD Ermeni soykırımı yalanını üreterek kendilerini aklamanın peşinde oldukları görülmektedir. 

Kızılderililerden sonra ikinci sırayı Afrikalı köleler almaktadır. Köle ticareti sırasında 19. yüzyıla kadar en az toplam 34 milyon 500 bin Afrikalı kölenin öldüğü tarihi bir gerçektir. Tarihin en büyük soykırımı Avrupalıların Amerika’yı fethinden sonra 1492 tarihinden itibaren yaşandığı görülmektedir.  Amerikalıların en az 70 milyon Kızılderili’yi öldürdükleri gibi, 35 milyondan fazla insanı vatanlarından kopararak köle olarak kullandıklarını tüm tarihçiler tarafından kabul edilmektedir.

İngiliz Parlamentosu’nun raporlarına göre 1768′de Afrika’dan Amerika’ya İngilizler 60.000, Fransızlar 23.000, Hollandalılar 11.000, Portekizler 1.700 köle götürmüştür. O yılda toplam satılan köle sayısı 97.500’ü bulmuştur. 1787 yılında bu sayı 100.000 zenci köleye ulaşmıştır. Amerika’da 1681 yılında 2 bin Zenci köle varken 1790 yılında 700,000 sayısına, 1860 yılında ise 4 milyona yükselmiştir.  16. yüzyıldan 19. yüzyılın ortalarına kadar toplam 15 milyon zenci köleleştirilerek Amerika Kıtası’na getirilmiştir. Otuz beş milyon kölelik için getirilen Afrikalı işkence ve kötü muamele neticesinde hayatını kaybetmiştir.

1977 yılında Roger Garaudy’nin yazdığı Medeniyetler Diyaloğu kitabında “Batılılar 100 milyonu aşkın Amerika Yerlisini öldürerek dünyada daha önce benzeri görülmemiş bir soykırım yapmıştır. Bunun ardından üç yüz yıl süren köle ticareti sırasında en az yüz milyon Afrikalıyı da öldürerek bir başka akıl almaz soykırımı gerçekleştirmişlerdir. “ifadelerini kullanmıştır. Tüm bu soykırımların altında Amerika’ya yerleşen ve bugünkü ABD’nin temelini atan ve ABD toplumunu oluşturan psikopat ruhlu Avrupalı Batılıların olduğunu da atlamayalım.

Bu baskıcı yönetim ve sömürü düzeni, ABD ekonomisinin büyümesine ve 1870 yılında da dünyanın en büyük ekonomik gücü olmasına neden olmuştur. Sonrasında yaşanan 1.ve 2. Dünya Savaşlarında oynadığı rol ile ABD’nin büyük bir askeri güç haline geldiğini bütün dünyaya göstermiştir. Nazi Almanya’sının 2. Dünya Savaşında yenilmesinin ardından, dünya çift kutuplu bir sisteme yöneldi ve dünyadaki tüm toplumlar, bu iki kutuptan ABD veya SSCB’den birisini seçmek zorunda bırakıldı.

Kızılderili ve Afrikalıların 19. yüzyıla kadar soykırıma tabi tutulmasından bugüne, kan ve vahşet imparatorluğunun temelde hiç değişmediğini aksine söylemler, yöntemler ve politikalar bakımından daha da ustalaştıklarını görmek mümkündür. ABD, kendi hakimiyetini ve dış politikasını tamamen algı ile yalan ve aldatıcı politikalarının arkasına sığınarak yapmakta olduğu ve bunun için ABD demokrasisi adı altında kullandıkları “İnsan hakları”, “Özgürlük” ve “Adalet” gibi kavramlarla kurdukları ve kontrol ederek kullandıkları BM, IMF, Dünya Bankası gibi örgütlerle beraber dünyada ve dünyanın çeşitli ülkelerinde oluşturdukları Sivil Toplum Örgütleri ile kendilerini bütün dünyaya şirin göstermeye çalıştıkları görülmektedir.

Dünyadaki tüm darbelerin arkasında ABD vardır. Latin Amerikalılar şöyle der: “Amerika kıtasında sadece ABD ‘de darbe olmaz; çünkü sadece orada ABD büyükelçiliği yoktur!”

Bütün bu maskeler altında ABD’yi daha yakından tanımak üzere ABD’nin tarihinde gerçekleştirdiği işgalleri, darbeleri, saldırıları ve savaşları incelemek yeterli olacaktır.

ABD iç savaşında Kuzeyden sivil dahil toplam 365.000 kişi, Güneyden sivil dahil toplam 290.000 kişi ölmüştür. ABD iç savaşında ölen insan sayısı toplamı 655.000 kişi civarıdır. Savaşı kazanan Kuzeyin ve o zamanki ABD’NİN Başkanı olan Abraham Lincoln savaşın sonuna doğru bir güneylinin yaptığı suikast sonucu vurularak öldürülmüştür. Bu durumda göstermektedir ki Avrupa’da 100 yıl ve 30 yıl din savaşlarının yanında 1. Ve 2. Dünya Savaşlarında da görüldüğü üzere Batı toplumu nasıl birbirlerini menfaatleri için öldürmüşlerse ABD’de de Avrupa’dan göç eden Avrupalılar tarafından oluşturulan psikopat ruhlu ABD toplumu maalesef Güney- Kuzey savaşında da birbirlerini iktidar ve menfaatleri için öldürmüşlerdir. Maalesef bu gerçekler çerçevesinde oluşan zihniyetin aslında Batı toplumunun içinde bulunduğu durumu da göstermektedir.  Bu mu Batı medeniyeti denilen olgu! 100 yıl savaşları İngiltere ve Fransa arasında geçen hanedan ve güç savaşlarının Avrupa’daki en önemli savaşlardan biri olarak görülmektedir. Uzunluğu nedeniyle “Yüzyıl Savaşları” olarak nitelendirilmektedir. 1337 – 1453 arasında 116 yıl devam etmiştir. Yüzyıl Savaşları bir anlaşma metni olmadan son bulmuştur. Savaşan tarafların dünya lideri ve sömürge yarışı içinde olan İngiltere ile Fransa devletleri arasında olması savaşın Avrupa’daki bütün devletleri etkilemesine neden olmuştur. İngiltere savaş sonunda iç karışıklık yaşasa da Fransa da savaşın yıllarca getirdiği o mali yükle artık tükenme noktasına geldiği görülmektedir. 100 yıl savaşları Fransa’nın zaferi ile sonuçlanmıştır ama ülkedeki kıtlık ve sefalet iyiden iyiye kendini göstermiştir. 100 yıl savaşlarında milyonlarca Avrupalının öldüğü belirtilmektedir.

30 yıl Din Savaşları Katolik ile Protestan devletleri arasında başlamış ve bütün Avrupa’ya yayılmıştır 30 yıl savaşları 1618 ile 1648 yılları arasında Orta Avrupa’da yapılan ve Avrupa devletlerinin çoğunun katıldığı savaşlar dizisidir. Avrupa tarihinde uzun ve yıkıcı savaşlardan birisidir. Başlarda savaş, Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu’nu oluşturan Protestan ve Katolik şehir devletleri arasındayken, zamanla Avrupa’nın büyük güçlerinin çoğunun dahil olduğu daha geniş bir çekişmeye dönüşmüştür. Bu savaş daha sonra din ile ilgili olmaktan ziyade Avrupa üstünlüğü için Katolik olan Fransa ile (Habsburg) İngiltere çatışmasının devamı niteliğini kazanmıştır. Bu savaş da ölenlerin sayısının 6 ile 19 milyon arasında olduğu belirtilmektedir.  

1. Dünya Savaşındaki ölümlerin 6,6 milyonunu sivil kayıplar oluştururken, savaşta yaklaşık 10 milyon asker de hayatını kaybetmiştir. Günde ortalama 6 bin kişinin yaşamını yitirdiği Birinci Dünya Savaşında yaklaşık 65 milyon asker seferber edilmiştir. 21 milyon askerin yaralandığı ve sakat kaldığı bu acımasız savaşın görünmeyen temel nedeni “ekonomik” idi. 1. Dünya Savaşı’nda ölen her 100 kişiden 14’ü, 2. Dünya Savaşı’nda ölen her 100 kişiden 70’i, 1990’lardaki savaşlarda ölen 100 kişiden 90’ı sivil olduğu gerçeğinin iyi bilinmesi gerekir.

60’tan fazla ülkenin katıldığı 2. Dünya Savaşında 60 milyon civarı kişinin hayatını kaybettiği sanılmaktadır. Bunun 16- 20 milyon civarı askeri ölümlerdir.  Dünya tarihine en çok can kaybının verildiği savaş olarak geçmiştir. Bu rakam 1940’lı yıllarda 2,3 milyar olan dünya nüfusunun %3’ünü oluşturuyordu. Savaşın sebep olduğu kıtlık ve hastalıklar nedeniyle hayatını kaybedenler de eklendiğinde ölü sayısı, ilerleyen yıllarda 80 milyona yaklaşmıştır. Savaşın etkilediği ülkelerde yaşanan sınır dışı ve zorunlu tahliye gibi uygulamalar, milyonlarca insanı da yerinden etmiştir. 2. Dünya savaşında savaşı kazanan İttifak Devletleri ( SSCB; ABD, İngiltere ve Fransa )  düşman hatlarına toplam 3,4 milyon ton bomba atmıştır. 2. Dünya savaşının milyonlarca asker ve sivilin de sakat kalmasına yol açtığı belirtilmektedir. 1. Ve 2. Dünya Savaşlarında en fazla zayiatı Batı toplumu olan Hıristiyan toplumunun verdiği görülmektedir. Bu göstergede Batı toplumunun menfaatleri için dini birliği bile göz ardı ederek mezhep çatışmalarına da yönelerek başta ekonomik menfaatleri olmak üzere birbirlerini katlettikleri görülmektedir. Yahudilerin, Hıristiyanların kendilerine yaptıkları zulmün intikamını da bu yolla almaya başladıkları bu savaşlarda akıllara gelmektedir. 2. Dünya savaşında neden Atom Bombası Almanya’ya değil de, Japonya’ya atılmıştır? Neden 2. Dünya savaşından sonra İsrail’e Yahudi göçü hızlandı? Bu soruların cevabı Siyonist Yahudiler ile ilgili durumu daha da netleştirecektir.

Tarihi yüz karası kan, zulüm ve katliamlarla dolu olan ABD, başta Vietnam, Japonya ve Kore olmak üzere, tarihi sırasıyla Küba, Panama, Guatemala, Nikaragua, Meksika, Filipinler, Afganistan, Irak, İran ve Suriye’de yüz binlerce sivili öldürüp, dünya tarihinin en büyük vahşet ve katliamlarına imza atmışlardır. Tabi ki ABD’nin başını çektiği ve yönlendirdiği Arap Baharı olarak adlandırılan Libya, Mısır, Tunus da olan olaylarda katledilerek canlarını kaybedenleri de hesaba katmak gerekir.  

ABD’NİN yaptığı katliamlar;

  • 1898 yılında MEKSİKA’YI işgal etti, aynı yıl KÜBA’YA girdi. İspanyollarla girdikleri savaşta elde edilen zafer sonucu ABD geniş bir alana yayılmış deniz aşırı toprakları olan büyük bir güç haline gelmiştir. Bu savaşlar da binlerce sivil ve asker ölmüştür.  
  • 1921 yılında NİKARAGUA’YI işgal etti, Sandino ve 300 kişiyi katletti.  
  • 1945 HİROŞİMA ve NAGASAKİYE ATOM BOMBASI ATILMASI;

ABD, 1945 yılında Japonya’ya iki atom bombası atarak yüz binlerce masum sivili öldürüp dünya tarihinin en büyük vahşetini dönemin ABD Başkanı Harry Truman’ın “Tarihin en büyük olayı” diye yorumladığı katliamı yaparak gerçekleştirmiştir. ABD’nin 6 Ağustos 1945 tarihinde Hiroşima’ya attığı atom bombası ile 140 binden fazla sivilin ölümüne yol açan ABD, Hiroşima’dan üç gün sonra 9 Ağustos 1945’te de Nagazaki’ye 2.ci atom bombasını da atarak 80 bin sivilin sonradan ölenlerle birlikte toplamda 350 bin sivilin ölmesine ve binlerce insanın da sakat kalmasına neden olmuştur.

  • DRESTEN KATLİAMI;

2.Dünya savaşından sonra 1945 yılında Amerikalılar ve İngilizler Almanların savaşı kaybetmelerinin ardından, Almanya’nın Saksonya Eyaleti’nin başkenti olan Dresden kentine sığınan Alman göçmenlerin üzerine 3 gün süreyle havadan bomba yağdırdı. Saldırılarda çocuk ve kadınların oluşturduğu 200 bin sivil katledilmiştir.  

  • 1950-1953 KORE SAVAŞI;

1950 yılında, 3.500 Güney Koreli siyasi mahkûmun, ‘Kuzey saflarına katılabilirler şüphesiyle’, topluca öldürülmesi olayının; Amerikalıların kışkırttığı ve göz yumduğu bilinen bir gerçektir. 1950-1953 yılları arasında Amerikan savaş uçakları tarafından üç yıl boyunca havadan bombalanan Kuzey Kore’de Solcular ve Sovyet müttefiki iktidarın birleşmesini engellemek için 4 milyona yakın insan katledilmiştir.

  • 1950 GUATEMELA İŞGALİ;

Milliyetçilik programı izleyen Arbenz, Guatemala Başkanı seçildi. Arbenz, o zamanki Amerikan Dışişleri Bakanı John Foster Dulles ve kardeşi CIA Başkanı Allen Dulles’ın büyük miktarda kişisel yatırım yapmış oldukları United Fruit Company şirketini millileştirmişti. Bunun üzerine CIA, 1950 yılında Nikaragua diktatörü Somoza’nın desteği ile Arbenz’i devirtti. Yerine Guatemala Silahlı Kuvvetler Başkanı Castillo Armas’ı geçirdi. Bu darbe sırasında 200 bin sivil Guatemalalı katledildi.

  • 1953 İRAN DARBESİ;

ABD, 1953 yılında Moskova yanlısı İran Başbakanı Musaddık’ı darbeyle devirdi. Yerine Şah Rıza Pehlevi’yi getirdi. Böylece Şah, ABD’yi de arkasına alarak, İran’ın tek yetkilisi oldu. 1 yıl sonra İran topraklarındaki petroller için İngiliz, Fransız ve Amerikan şirketleriyle anlaşma yaparak ABD’ye borcunu ödedi. İran diktatörü Şah Pehlevi tarafından, ABD’nin ekonomik, siyasi ve askeri desteğiyle on binlerce İranlı infaz edildi.

  • 1955 ENDONEZYA, LAOS, KAMBOÇYA;

1955 yılında Endonezya, Laos, Kamboçya’da çok sayıda CIA operasyonu düzenlendi. Bu operasyonlar da 1 milyondan fazla insanın katledildiği belirtilmektedir.

  • 1950-59 KÜBA KATLİAMI;

Küba’da1950- 1959 yılları arasında  60.000 kişi ABD destekli Batista birliklerince katledildi.

  • 1960 KONGO KATLİAMI;

1960 yılında CIA, Kongo’nun ilk Bağımsız Devlet Başkanı olan, solcu ve sömürge karşıtı lider Patrice Lumumba’yı öldürdü. ABD bunun ardından, yüz binlerce kişiyi öldüren gaddar Kongo diktatörü Joseph Mobuto’yu destekledi.  ABD o günden bu yana, kaynak zengini bu ülkede meydana gelen 3 milyon ölümden önemli ölçüde sorumludur. Bunun yanında kendi ülkesinde ve Kongo’da öldürdüğü insan sayısı on binlere varan Ruanda diktatörü Paul Kagame’yi ABD, bu katliamlar sırasında destekleyerek korumuştur.

  • Soğuk Savaş dönemi boyunca Güney Afrika’daki ABD destekli rejimlerin ellerinde on binlerce Siyah Afrikalı katledilmiştir.
  • 1961-1962 KÜBA DARBESİ;

CIA’in Küba’da Fidel Castro’yu devirmek için planladığı Domuzlar Körfezi Operasyonunda 294 kişi ölmüştür.

  • 1965-1966 ENDONEZYA KATLİAMI;

1965 ve 1966 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri, Endonezya’daki demokratik yoldan seçilmiş solcu hükümetin devrilmesini tertip etmek için Britanya ve Avustralya’yla birlikte çalıştı ve bu darbe 500 bin ile 1 milyon arası Endonezyalı köylü, işçi, aydın ve aktivistin ölümüme neden olmuştur. Darbeci General Suharto, bunu izleyen otuz yıllık otoriter yönetimi boyunca ABD’den büyük çaplı askeri ve ekonomik yardım almıştır. 1975’te Suharto, Washington’daki destekçilerinden, Doğu Timor’u işgal etmek için onay aldı. Endonezya ordusu, Amerika Birleşik Devletleri’nden ve ABD uydusu İsrail’den gelişkin silah sistemleri edinerek yoksul ada ülkesini ilhak etti ve sakinlerinden en az 180 bin kişiyi katletti.

 

  • 1970-75 KAMBOÇYA VE LAOS KATLİAMI;

1970-75 yılları arasında ABD Kamboçya ve Laos’ta 1 milyon kişiyi katletti.

  • 1962-1975 VİETNAM SAVAŞI;

Vietnam katliamı, ABD ve müttefikleri tarafından 1962-1975 yılları arasında gerçekleşti. 1963 yılında Güney Vietnam Başkanı Diem öldürüldü. ABD’nin, Vietnam Savaşı boyunca 3- 4 milyon civarı Vietnamlı sivil hayatını kaybetmesine neden olmuştur. Vietnam savaşında Amerika’nın sivil halk üzerinde kullandığı zehirli portakal gazının yaptığı soykırım önemlidir.

 

  • 1973 ŞİLİ DARBESİ;

1973 yılında Şili’de ABD, CIA destekli bir darbe ile Cumhurbaşkanı Salvador Allende’yi devirdi. Şili’deki darbe ile birlikte ABD destekli cunta dalgası tüm Latin Amerika’yı sardı ve Küba devriminin etkilerini kıtanın güneyinden silmek için kirli bir savaş başladı. 1990 yılına kadar ülkeyi 17 yıl boyunca demir yumrukla yöneten Pinochet döneminde 80 bin insan hapse atıldı, 30 bin insan işkence gördü, yaklaşık 30 bin Şili’li de hayatını kaybetti.

  • 1974-1983 ARJANTİN DARBESİ VE KATLİAMI;

Arjantin’de ABD tarafından desteklenen ve silahlandırılan rejim ve onun müttefiki ölüm mangaları, 1974-1983 yılları arasında ülkede 30 bin insanı katletti.   

  • 1977 EL SALVADOR DARBESİ;

1977 yılında ABD, El Salvador’daki askeri yönetime destek verdi. 70 bin Salvadorlu katledildi.

  • 1980 AFGANİSTAN DESTEĞİ;

1980 yılında CIA, Afganistan’ı işgal eden Sovyet güçlerine karşı savaşmaları için Usame Bin Ladin ve örgütünü eğitti. 3 milyar dolar yardım etti. Bu direnişte ciddi şekilde can kayıpları yaşandı.

  • 1960 VE 1980 TÜRKİYE DARBELERİ;

1960 ve 1980 yıllarında Türkiye’de arkasında ABD olan darbeler gerçekleştirilmiş ve binlerce kişi hapislere atılarak işkence görmüştür. Darbeden önce iç karışıklık yaşayan ülkede çok sayıda katliamlar gerçekleştirilmişti. 1980 yılında yapılan darbede o zaman 39. ABD Başkanı olan Jimmy Carter’a Türkiye’de darbe olmuş! diye soru sorulduğunda “Ne olmuş, yaptılarsa bizim çocuklar yapmışlardır! “ diye cevap vermişti.  

  • 1980-1988 İRAN– IRAK SAVAŞI;

Yaklaşık 700 bin insan İran-Irak savaşı sonucunda ölmüştür. ABD, Fransa, İngiltere ve SSCB’nin kışkırttığı ve silah sattığı bu savaşta, ABD Saddam Hüseyin’i destekledi. Irak’a, milyarlarca dolarlık silah desteği verdi. ABD’NİN 1994 Senato raporuna göre 1985 – 1989 arası ABD, lisanslı biyolojik ve kimyasal silahlarını Irak’a gönderdi. Bu silahlar Saddam tarafından İran’a ve Kürtlere karşı kullanıldı. Kürtlere karşı kimyasal silah kullanılan bu saldırılarda binlerce kürk vatandaşı hayatını kaybetti.

  • 1981-1990 NİKARAGUA İÇ SAVAŞI;

Nikaragua bir Orta Amerika ülkesidir. Ülke 1909 yılında ABD tarafından işgal edildi ve 1933 yılına kadar da ABD’nin güdümündeki toprak ağaları tarafından yönetildi. ABD o yıl ordusunu Nikaragua’dan çekti ve iktidarı göstermelik bir jestle Anastasio Somoza isimli bir başka işbirlikçisine bıraktı. 1981 yılında Başkan Reagan yönetimi, Nikaragua “kontra” larını eğitti. Nikaragua Amerika Birleşik Devletleri tarafından desteklenen ve finanse edilen devrim karşıtı Kontraların başlattığı bir iç savaş ile 50 bin sivil hayatını kaybetti. Dört buçuk milyon nüfuslu ülkede 50 bin kişinin ölmesine neden olan bu iç savaş aynı zamanda Sandinista hükümetinin neredeyse bütün kaynaklarını da tüketti.

  • 1983 LÜBNAN KATLİAMI;

Lübnan iç savaşı sırasında1983 yılının Eylül ayında Lübnan’da ABD’li 14.000 deniz piyadesi binlerce kişiyi katletmenin yanında ABD’nin yardım sağladığı ve silahlandırdığı İsrail Hükûmeti, binlerce Filistinliyi öldürmüştür. İsrail’in ABD desteğiyle Filistinlilerin üzerinde korkunç bir ırk ayrımı ve yerleşim rejimini dayatmaya devam ettiği görülmektedir.

  • 1983 GRENADA’NIN İŞGALİ;

Ekim 1983’te dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan, ‘ulusal güvenliği, özgürlüğü koruma ve barışı sağlama’ söylemiyle Grenada’ya askeri müdahale yaptı ve burada yüzlerce kişiyi katletti.

  • Orta Amerika’daki ABD destekli otoriter rejimler, Ronald Reagan’ın görevde olduğu iki dönem boyunca 300 binden fazla insanı katletmişlerdir.
  • 1989 PANAMA’NIN İŞGALİ;

1989 yılında CIA ajanı ve Panama Başkanı Noriega, Amerika’nın emirlerine karşı çıkmaya kalkışınca, ülkesi ABD tarafından işgal edildi. Noriega tutuklandı. 3 bin Panamalı sivil katledildi.

1991 yılında Sovyetler Birliğinin çökmesiyle, ABD kendisini yeryüzünün en büyük gücü olarak görmeye başladı. Sovyetler yıkıldığından bu yana kendisini süper güç olarak lanse eden ABD, İsrail Siyonist Devleti gibi müttefikleri ile birlikte bütün dünyaya gerçek terörün ne olduğunu göstermiştir. Zaten Siyonist protokollerinde “Dünyada terör bizimle başlamıştır, biz ne dersek onlar onu yaparlar, çünkü para bizdedir!” ifadeleri bulunmaktadır. ABD İslam ülkelerinin başlarında olan yöneticilerin tamamını da çeşitli yollarla kendilerine bağladıkları görülmektedir. ABD Sovyetler Birliğinin 1991 yılında dağılmasından sonra yanına bir ortak şimdiye kadar istemediği görülmektedir. Politikaları da bu durumu teyit etmektedir. Yanına ne Avrupa’yı ne de başka bir ortak istemediği gözükmemektedir. Böyle bir arayış içinde de olmadıkları da görülmektedir.  ABD’yi yönetenlerin “Biz ne dersek ve ne karar verirsek odur! Yalnızca bizim kanunlarımız dünyada geçerlidir!” hedef ve felsefeleri doğrultusunda hareket ettikleri görülmektedir.

 

  • 1991 IRAK’IN İŞGALİ;

1991 yılında ABD, Kuveyt’in işgali üzerine Irak’a girdi. 6 haftada 85 bin ton bomba atı. Ürdün Kızılay’ına göre savaşta 113 bin sivil Iraklı ilk etapta hayatını kaybetti.  1991’den 1998’e kadar ise, kötü beslenme ve hastalık nedeniyle yarısından fazlası çocuk olmak üzere 1 milyonun üzerinde Iraklı hayatını kaybetmiştir. Bunun yanı sıra ABD, Saddam paniği yaşayan Arap yarımadasına, milyonlarca dolarlık silah ve uçak sattı. 1991 yılında Birinci Körfez Savaşı olarak adlandırılan savaşta Irak’ı işgal eden ABD çok sayıda katliama da imza atmıştır. Bunlardan biri de binlerce sivilin katledildiği ve tarihe “ölüm otoyolu katliamı” olarak geçen saldırı olmuştur. ABD ordusu tarafından çok ağır bir bombardımana tabi tutulan oto yol üzerindeki binlerce araç içindeki insanlarla birlikte yanarak kül olmuştur.

  • 1992-1995 BOSNA HERSEK KATLİAMI;

Amerikan askerleri NATO operasyonu çerçevesinde Balkanlar’a müdahale etti ve Yugoslavya’nın bölünmesinden sonra ortaya çıkan etnik çatışmaların bir parçası oldu. 1992’den 1995’e kadar süren “Bosna Savaşı” boyunca tarihte eşine ender rastlanan katliamlar yapıldı ve 250.000’in üzerinde Müslüman Boşnak, Sırplar tarafından BM ve tüm dünyanın gözleri önünde katledildi. Bunun yanında 20.000 civarı Müslüman kadınlarına yönelik tecavüz olayının da yaşandığı belirtilmektedir.

 

  • 1995 AZERBAYCAN VE ÖZBEKİSTAN’DA DARBE GİRİŞİMİ;

1995 yılında ABD, Azerbaycan ve Özbekistan’da darbe girişiminde bulundu.

 

  • 1998 SUDAN SALDIRISI;
  1. yılında ABD, Sudan’da bir silah fabrikasını bombaladığını açıkladı. Ancak sonra fabrikanın sadece aspirin ürettiği ortaya çıktı. Bu saldırıda onlarca kişi hayatlarını kaybetti.
  • 1998 ÖZBEKİSTAN DARBE GİRİŞİMİ;                                                                                                                                                                                                                                                                                      1998 yılında ABD, Özbekistan'da ikinci darbe girişiminde bulundu.
  • 2001 AFGANİSTAN İŞGALİ;

CIA tarafından eğitilen, örgütlenen ve beslenen Usame bin Ladin’in, 11 Eylül 2001 tarihinde Dünya Ticaret Merkezi, Pentagon ve Beyaz Saray’ı hedef alan saldırılarından sonra Amerika Afganistan’ı işgal etti. 2001 yılında El Kaide’nin saldırısına karşılık olarak Amerika, bu işgal sırasında Afganistan’da 150 bin sivilin katledilmesine neden olmuştur. Şu ana kadar toplam katledilen sivil sayısının 1.500.000 civarı olduğu belirtilmektedir. 

 

  •  2001-2015 ABD İNSANSIZ HAVA ARACI SAVAŞLARI;

2001’den günümüze “modern zamanların en uç terörist kampanyası” olarak tanımlanmıştır. Araştırmacı Gazetecilik Bürosu’nun bildirdiğine göre, “Büro veri toplamaya başladığından beri Afganistan, Pakistan, Somali ve Yemen’de ABD tarafından en az 3,734 insansız hava aracı saldırısı düzenlendi ve 1,427 sivil dahil olmak üzere en az 10 bin kişinin ABD tarafından   öldürüldüğü belirtilmektedir.

  • 2003 IRAK İŞGALİ;

2003 yılının Mart ayında, ABD yanına Birleşik Krallığın desteğini de alarak Irak’ın bir çok ülkenin güvenliğini tehdit eden kitle imha silahlarına sahip olduğu gerekçesiyle hem Ortadoğu petrolünü gasp etmek, hem de İslam dünyasının tam kalbinde bir müttefik ve askeri üs daha edinmek amacıyla Irak’a savaş ilan etti. Bir milyondan fazla Iraklının katledildiği ve 4.7 milyon Iraklının evlerini terk etmek zorunda kaldığı bu ikinci Körfez Savaşı’na ABD “Irak’ı Özgürleştirme Operasyonu” adını vermişti. Savaş sonrasında da gerekçe gösterilen kitle imha silahlarından hiçbir eser bulunamadı.

  • 2003 DARFUR DARBESİ;

Darfur, Irak, Suriye ve Somali gibi güney, batı ve doğudaki farklı inanç ve etnik gruplar arasında üçe bölünerek işgal edilebilir özelikte bir bölge durumundaydı.  Buradaki serveti yağmalamak üzere bölgeye müdahale eden ABD ve müttefikleri ile bu bölgede katliamlar başlattı. Uluslararası kuruluşlara göre Sudan’ın Darfur bölgesinde bugüne kadar 200-300 bin insan hayatını kaybetti. 2003’te başlayan silahlı ayaklanma nedeniyle, 2008 yılına kadar yaklaşık 30 bin kişi katliamdan geçirilmiş; 200 bin kadar insanda açlık ve sefalet nedeniyle hayatlarını kaybetmişlerdir. Yakılıp yıkılan yurtları nedeniyle 2 milyon 700 bin insan tehcir edilip mülteci kamplarında toplanmıştır. Birleşmiş Milletler (BM) raporlarına göre savaş suçu nedeniyle toplam 300 bin insan ölmüştür.

  • 2010- 2018 ARAP BAHARI;

Arap Baharı 17 Aralık 2010 Tunus’ta bir gencin kendini yakmasından sonra başlayarak ardından tüm Tunus halkının giriştiği eylemle beraber Arap dünyasında oluşan bunalım dönemidir. Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Bahreyn, Ürdün ve Yemen gibi ülkeler Arap baharından en çok etkilenen ülkelerdir. Tunus’ta çıkan olaylarda yüzlerce sivil ölmüştür. 25 Ocak 2011’de Mısır’ın en büyük meydanı olan Tahrir meydanında Arap baharının esintileri yayılmaya başlamıştır. Ülkede gitgide büyüyen isyan nedeniyle Hüsnü Mübarek’in 1981’de başlayan yönetimi 11 Şubat 2011 de istifa etmesiyle son bulmuştur. Ülkedeki tartışmaların ve protestoların artmasıyla beraber 1 Temmuz 2013’te Mısır Ordusu ülke yönetimine el koymuştur. 30 Haziran 2013 ve 31 Aralık 2014 tarihleri arasında 2.600 kişinin darbe sonucu yaşamını yitirdiği belirtilmektedir. Mısır’dan sonra Libya’da özgürlük sesleri yükselmeye başlayarak Libya’da daha ağır bilançolara sebep olan protestolar gerçekleşmiştir. Günler geçtikçe ölenlerin sayısı artmaya ve dünya kamuoyu buna tepki göstermeye başlamıştır. NATO ülkeleri olaylara müdahale etmesi ile Libya’daki olaylarda binlerce kişi ölmüştür. Bugün ise Libya’da iki ayrı hükümet, iki ayrı meclis bulunmaktadır. Karışıklık hala devam etmektedir. Bu istikrarsızlıkla birlikte de ABD güdümündeki İŞİD çetesi Libya’da etkisini giderek artırmıştır. 2011’de Bahreyn’de özelleştirilen kaynaklar, gelir dağılımındaki eşitsizlik ve artan işsizlik oranı protestoların başlamasında en büyük etken olduğu belirtilmektedir. Hükümetin başlatılan eylemlere çok sert şekilde karşılık verdiği görülmektedir. Hükümetin sert tepki vermesi, ülke genelindeki birçok kişiyi etkileyerek protestonun büyümesine sebep olmuştur. Ülkede karışıklıklar hala devam etmektedir. 2011’de ülkedeki yolsuzluk, yoksulluk, işsizlik gibi sebeplerle Yemen’in başkenti Sana’da halk isyan başlatmıştır.  Şiilerin Yemene karşı uygulamalarından ötürü Mansur Hadi’nin duyurusuyla Körfez ülkeleri başta olmak üzere 10 ülke olaya el koymuştur. ABD, Suudi Arabistan ve Mısır gibi ülkeler İran yanlısı gruplara karşı operasyonlar için destek vermiştir. Diğer Arap ülkelerinden olan Cezayir ve Ürdün’ün iktidarları Arap baharının olumsuzluklarına karşılık halkın isteklerine olumlu cevap vermiştir. Fakat bu iki ülke her an kendini Arap Baharının içinde bulabilme potansiyeli taşımaktadır.

ABD ve Batının özgürlük vaatleri nedense hep zulüm, kan ve ölüm getirmiştir. Arap Baharının bilançosunu tam olarak vermek mümkün değildir ama tüm bölge kaos ve kargaşaya teslim olmuş durumdadır. Bu olaylarda yüzbinlerce insan hayatını kaybederek, yurtlarından ve evlerinden olmuşlardır.

  • 2011-2013 MISIRDA ARAP BAHARI VE ASKERİ DARBESİ;

25 Ocak 2011’de 30 yıllık Hüsnü Mübarek rejimi devrildiğinde, tüm dünya Mısır halkını ayakta alkışlıyordu. Arap uyanışı Tunus’ta başlamıştı ama Mısır’da rejimin uyguladığı şiddete karşı gösterilen sivil direniş, Tahrir Meydanı’nı ‘Arap Baharının simgesi yapmıştı. Seçimlerde Müslüman Kardeşler ’in adayı Muhammed Mursi sandıktan zaferle çıkarak yapılan seçimi kazanmıştı. Demokratik seçimle başa gelen ilk Mısır Cumhurbaşkanı olmuştu.  Mısır’da Arap Baharının başlamasından 1 yıl sonra askeri darbe yapılmıştır. ABD, İsrail, Batılı ve Arap müttefiklerinin desteklediği darbe sırasında binlerce kişi katledilmiştir.

  • 2011-2018 SURİYE ARAP BAHARI;

Daha sonra Suriye’de daha iyi şartlar altında yaşamak isteyen halk, Esad ve yönetiminin uyguladığı rejime karşı protestolara başlamıştır. Esad’ın protestolara karşı cevabı ise çok acımasız olmuştur. Bu suretle Suriye’de öyle bir iç Savaş başlamıştır ki 2011’den buyana hala dinmemiştir. Bu iç savaşta yüzbinlerce insan hayatını kaybetmesine neden olmuştur. Ülkede yaşamın zorlaşmasıyla beraber birçok Suriyeli kendi ülkesinden kaçarak, başka ülkelere sığındı. 5 milyon kadar Suriyeli dünyanın çeşitli yerlerine sığınmacı olarak yerleştirildi. Bunun 3 milyondan fazlası ise Türkiye’ye sığındı. 2014 yılında El Kaide’den ayrılan ABD ve İsrail destekli DEAŞ’In Suriye ve Irak’ta örgütlenmesi ise Suriye’deki Arap Baharını farklı bir boyuta götürdü. Şimdi DEAŞ ‘ın varlığı Suriye’den çıkarıldı ama olaylar ABD, Suriye’nin kuzeyinde PKK-PYD’yi silahlandırarak Büyük İsrail için kendi güdümünde devlet kurmaya çalışmasıyla çok farklı bir hal aldı. Bir yandan muhalifler, Amerikan desteğindeki PKK-PYD ve Sovyet desteğindeki Esat rejimi olarak Suriye’nin 3 bölgeye ayrılması gündeme geldi. ABD, Suriye ve Irak için kiralık askerler ve silahlandırdığı çeteleri kullanarak Orta Doğu politikasını yönetmek istediği görülmektedir. 2011-2018’de ABD, Orta Doğu politikası kapsamında Suriye ve Irak için silahlandırdığı PKK-PYD ve DAEŞ terör örgütlerini kullanarak bölgede yüz binlerce insanın ölmesine ve beş milyonu geçen Suriyelinin evlerini terk etmesine sebep olmuştur.

  • 2012 MALİ DARBESİ;

2012 yılında ABD eğitimi almış bir ordu kaptanı olan Amadou Haya Sanogo tarafından gerçekleştirildi. Bu operasyonda binlerce kişinin katledildiği belirtilmektedir.

  • 1916 TÜRKİYE’DE DARBE GİRİŞİMİ;

15 Temmuz 1916 yılında, arkasında ABD olan ve şu an bile ABD ve Batı destekçilerinin koruması altında olan FETÖ terör örgütünün darbe ile Devleti ele geçirme operasyonu düzenlenmiş ama başarılı olunamamıştır.  Bu girişimde 250 kişinin katledilmiştir. 

  • ABD DESTEĞİNDE İSRAİL’İN FİLİSTİN ZULMÜ VE KATLİAMLAR;

Filistin halkı on yıllardır İsrail zulmü altında ezilmektedir. Filistin’de İsrail’in birçok savaş suçu işlemesine rağmen Batı Toplumu bu duruma ne yazık ki tek bir ses bile çıkarmamanın yanında ABD tarafından da desteklenmektedir. ABD’nin yardım sağladığı ve silahlandırdığı İsrail Siyonist hükümeti, yüz binlerce Filistinliyi katletmiştir, halada katliamlarına devam ettikleri görülmektedir. İsrail, ABD askeri yardımının önde gelen alıcılarından birisi olup, demir yumrukla Filistinlilerin üzerine korkunç bir ırk ayrımı ve yerleşim rejimi dayatmaya devam etmekte olduğu görülmektedir. Bayram’da dahi ABD destekli İsrail zulmünün ve katliamlarının Filistin’de devam etmesinin yanında ABD’nin İsrail’i kınayamaması ve Filistin’deki katliamların durdurulmasına karşı gerekli tedbirlerin uygulanması için BM kararını bloke etmesi Globalci Siyonistlerin güdümümde olan Demokratların idare ettiği ABD’nin gerçek yüzünü de su yüzüne çıkarması açısından önemlidir.  Bu olaylarda Yahudilerin hepsini suçlamamak gerekir, bu olayları yaratanların Siyonist Yahudiler olduğunun iyi bilinmesi gerekir. ABD Başkanı Demokrat Joe Biden da Siyonistlerin kontrolünde ve güdümünde olduğunu da düşünürsek Filistin’deki ABD pozisyonunun daha da netleştiği ortaya çıkmaktadır. Siyonist Yahudiler ile Gerçek Yahudileri ayırmak gerekir.  ABD’DE yaşayan Yahudilerin yapılan ankete göre çoğunluğunun İsrail Siyonist Devletini ve Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Filisti’ne karşı politikalarına ve yaptıklarına karşı olduğunu ortaya koymaktadır. Bu durumunda İsrail’de yaşayan gerçek Yahudiler içinde geçerli olduğunu bilmek gerekir. Radikal radikaldir, İsrail devleti radikal Siyonist Yahudiler tarafından yönetilen ve ABD’deki Siyonist globalciler tarafından desteklenen bir Ülkedir. Evvelden de belirtmiştim, ABD’DE karar verici noktalarda Radikal düşünceye sahip insanların olduğunu radikal düşüncenin vermiş olduğu kararlarda soykırım, cinayet, adaletsizlik ve haksızlığın yanında her türlü olumsuz gelişmeler bulunur. Yahudiler içinde ciddi şekilde gerek ABD’DE gerekse de İsrail’de Siyonizm karşıtı gerçek Yahudilerin yanında Ortodoks Yahudilerin olduğunu da atlamayalım.   Siyonizm’e karşı çıkanları hemen “Antisemitist” olmakla suçlanarak gerek Siyonistlerin elinde bulunan basında gerekse de Siyonizm’in güdümünde olan Demokratlar vasıtasıyla ABD yönetiminden dışlandığının iyi bilinmesi gerekmektedir. İsrail gazetelerinde artık “Hükümetin İsrail’i bir iç savaşa doğru sürüklediğini, Filistinliler haklı, İsrail ırkçı tutum sergiliyor!” şeklinde de ki haberler gerçek Yahudilerin Siyonist radikal Yahudilerden ayrışmakta olduğunu göstermektedir.

ABD’NİN kurucularından olan, ABD tarihi için önemli birisi olarak Özgürlük Beyannamesini hazırlayan ve 100 doların üzerinde resmi olan Benjamin Franklin ABD Kongresinde önemli bir konuşma yapmıştır.

ABD’NİN Bağımsızlık Bildirgesinde şu sözler yar almaktadır. “Bütün insanların eşit yaratıldıklarına; yaratıcıları tarafından onlara hayat, özgürlük ve mutluluğu arama hakkı gibi geri alınamaz bazı haklar verildiğine inanıyoruz." Ayrıca şunu bilmek gerekir, “ABD toplumun bir parçası olan herkesi ABD’Lİ yapan Anayasalarıdır.” ABD toplumu Oluşturulan Anayasada birleştikleri için ABD’li olmuşlardır.  

Amerika'nın kurucularından olan Başkan Benjamin Franklin Yahudilerin gelecekte ABD'yi yöneteceğini düşünüyordu! Bugün, ABD’yi idare eden Demokratların Siyonist Yahudilerin güdümünde olmasından dolayı bu öngörüsünde için de haksız olmadığı görülmektedir.  

1789 yılında Amerikan Kongresi halen tatbikte bulunan Anayasa'yı hazırlamak üzere toplandı. Benjamin Franklin; bu tarihi toplantıda yaptığı konuşmada daha o günden, Anayasa'da Yahudi tehlikesinin nazarı itibara alınması ve Yahudiler ‘in Amerika'nın istikbalini tehdit ettiklerine işaret ettiği görülmektedir.  Kongre Üyelerine yönelik konuşmasın da “Eğer Yahudileri ihraç edip bu memleketi onların nüfuz ve şerrinden kurtaramazsanız, azami yüz yıl sonra çocuklarınız veya torunlarınız Yahudi fabrikalarında durarak, onlara bu neticeyi sağladığınız için sizlere lânet okuyacaklardır. Yahudiler onlarca nesil bizimle beraber yaşasalar ne akidelerimizi benimseyecek ve ne de bize karışacaklardır. Yahudiler arazilerimizi ve halkımızı tehdit eden bir tehlikedir. Eğer onlara bu memlekete göç hürriyeti verilirse, anayasamızı imha edeceklerdir. Bunun için Yahudilerin anayasaya konacak bir madde ile bu memleketten ihraç edilmeleri bir zarurettir." şeklindeki söylemlerinden başı belada olanın ABD olduğuna da işaret etmektedir. Zaten son zamanlarda gerek ABD’nin son Başkanlık seçiminde yaşananlar gerekse de ABD’NİN son seçimdeki Başkan adaylarının seçimde verdikleri demeçlere bakıldığı zaman maalesef bu gerçeği görmekteyiz.

 Bir de şu gerçek var ki; ABD yönetimini ele geçiren Dünyayı şekillendirip yönetmekte olduğunun bilincinde olunması gerekir. Siyonist Globalcilerin güdümünde olan Demokratların ABD seçimlerini kazanarak hedefleri doğrultusunda ABD’nin kuvvetini kendi menfaatleri ve hedefleri doğrultusunda kullanmak isteyeceklerinin yanında Yeni Dünya düzeninde söz sahibi olmak isteyecek şekilde kararalar alarak uygulamaya koyacakları da açıktır. Bakalım ABD iç savaşa ve kaosa girmeden bu beladan kurtula bilecek mi?

ABD’NİN bu sicili dikkate alındığında, Amerika Birleşik Devletleri’nin uzun zamandan beri dünya çapındaki pek çok kişi tarafından dünyamızdaki barış ve güvenliğin karşısındaki en büyük tehdit olarak görülmesi pek de şaşırtıcı değildir.

ABD, tüm bu savaş ve kaos ortamında başta Türkiye olmak üzere yani nesil savaş stratejileri uygulamıştır. Bunlar para ve silah yardımı, askeri eğitim, uyuşturucu ticaretinden elde edilen gelirle oluşturdukları fon vasıtasıyla örtülü ödenek adı altında ödemeleri yapılan sivil-asker özel kuvvet unsurları olan çeteler ve terör örgütleridir. Bunların en güzel örnekleri PKK-PYD, YPG, DAEŞ, El Kaide, Peşmergeler, vs. örgütlerdir. Türkiye’nin gelişmesini istemeyen ABD ve Müttefiklerinin Türkiye’de organize ettikleri 1960, 1980 darbeleri, 28 Şubat 1997 post modern darbesi, ABD ve Batı destekli 15 Temmuz 1916 FETÖ darbe girişimi, teknolojik engeller, ekonomik saldırı ve ambargolar, PKK terörünün desteklenmesi gibi faaliyetlerle her zaman Türkiye’ye zarar vermişlerdir.

  • YENİ SAVAŞLARIN YAŞANACAĞI AFRİKA;

Libya’dan başlayarak Çad, Nijerya ve Kongo’ya uzanan enerji havzalarının ve yeraltı zenginliklerinden dolayı ABD’nin 2015 yılındaki enerji ihtiyacının dörtte birini bu bölgeden temin ettiği görülmektedir. Bu nedenle Somali, Çad, Kenya, Sudan ve Nijerya’da esen son krizler, özellikle de jeolojik araştırmalar Batı Afrika’daki petrol rezervinin 60 milyar varil olarak belirlenmesi ile Afrika petrolünün imtiyazlarını elde etme amaçlı Amerikan-Çin-Fransız rekabetinin kızıştığı görülmektedir. ABD’nin ithalata dayalı petrol talebini Afrika’dan daha fazla petrol temin edilmesi, üretim ve sevkiyatların kontrol altına alınması ABD tarafından hedeflemektedir. Böylece ABD’nin yakın zamanda Afrika iç çatışmalarının odağında tıpkı Orta Doğu’da olduğu gibi bölgeyi ele geçirme planlarının olduğu görülmektedir. 15. yüzyıldan itibaren sömürgeciliğin, köleliğin ve zengin madenlerin coğrafyası, bolluk içinde kıtlığın kara kıtası Afrika; emperyalist güçlerin gündemlerinde yine ön sıralarda yer aldığıdır. Dünya petrol rezervlerinin yüzde 10’unu, hidro enerji kaynaklarını, altın, elmas, kobalt, uranyum gibi değerli ve stratejik madenleri topraklarında barındıran Afrika; dünya siyasetinde emperyalist kamplaşmanın netleşmesiyle önemini giderek arttırmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri, 1999 yılından başlayarak günümüze kadar Afrika’daki faaliyetlerini ciddi bir biçimde yoğunlaştırdığı görülmektedir. ABD, Fransa ve İngiltere başta olmak üzere emperyalist güçler, bölgeye müdahalenin gerekçelerini arttırmak için mücadele ettikleri görülmektedir. ABD’nin Afrika’ya yönelik siyasal ve askeri müdahale planları, 2008 yılında kurulan AFRICOM’LA yeni bir boyut kazanmıştır. Merkezi Almanya’nın Stuttgart kentinde bulunan AFRICOM’UN bünyesinde 4 bin asker, hedefinde ise 54 Afrika ülkesinden 53’ü bulunmaktadır.

Görüldüğü gibi ABD, tüm dünyaya barış ve özgürlük vaadiyle kan, gözyaşı, acı ve ölüm getirerek hedef aldığı ülkeleri önce kaosa sürükleyip sonra bölünmelerine yol açarak veya darbelerle bölgeyi kontrolü altına almakta bu suretle bölgedeki tüm zengin doğal kaynak yataklarını ele geçirdikleri görülmektedir.

Şu ana kadar yaptığı tüm işgal ve soykırımlarından da anlaşıldığı üzere ABD, dış politikasını kendi çıkarları doğrultusunda tamamen yalana dayalı “İnsan Hakları, Özgürlük ve Adalet” sloganlarıyla kan, gözyaşı, acı ve soykırımlar yaparak gerçekleştirmektedir. Tabi ki uyguladıkları yol ve metotları Yahudi Protokollerinde ki maddeleri kullanarak oluşturduklarını da atlamamak gerek.

Menfaatleri için Kızılderilileri yok etmeyi, Afrikalıları köle olarak kullanmayı ve katletmeyi, atom bombası ve kimyasal silahlar kullanarak katliamlar yapmayı, ülkelerdeki etnik gruplardan faydalanarak onları birbirine düşürmeyi, kardeş kavgalarını, ülkeleri bölmeyi ve darbeler ile ülkeleri kontrolleri altına almayı ve tüm bunları yaparken de dünyaya şirin görünerek Birleşmiş Milletler, NATO, Sivil Toplum Örgütleri, İnsan Hakları Örgütleri, IMF ve Dünya Bankası, DSÖ çatısı altında ki  teşkilatları kurarak ve yöneterek çok iyi kullandıkları görülmektedir. Bir de aynı doğrultuda ki felsefeye sahip müttefik dediği İngiltere, Fransa, Almanya, İsrail gibi ülkeleri de yanına alarak tüm dünyaya meydan okuyarak resmen eşkıyalık yapmakta oldukları görülmektedir. Kendisine karşı gelen, kafa tutan ülkeleri de yine müttefikleri ile beraber gerek ekonomik krizlerle gerekse savaşlar veya desteklediği terör gurupları ve çeteleri ile ülkede terör yaratarak bunun yanında bir dizi darbe ile dize getirmek isteyen ABD bir gün mutlaka bu yaptıklarının bedelini ödeyecektir. Gün gelecek işgale uğrayan ülkeler birleşerek bunlara hak ettikleri en güzel cevabı verecektir. Her geçen gün ABD ve Müttefiklerinin düşmanlarının arttığı bir dünyada yaşadığımızın bilinmesi gerekir. Kimsenin yaptığı yanına kar kalmayacağı da bir gerçektir.  Evvelden “ABD iç savaş ve dağılma potansiyeli!” olan bir ülke olduğunu, bunun yanında “Avrupa Ülkelerinin dünyanın güvensiz ülkeleri olma potansiyelini taşıdığını!” da belirtmiştim! Avrupa toplumu zaten tarihi gerçeklere göre menfaatleri doğrultusunda birbirlerini katletme potansiyeli taşımanın yanında Avrupa Ülkeleri fakirleştikçe ve ekonomisi daraldıkça radikal uçların öne çıkmakta olduğuna zaten şahit olmaktayız. Bu durumda genlerinde var olan kötülüklerin ön plana çıkmasına neden olacağından da kimsenin kuşkusu olmasın.  Çok yakın bir zamanda Fransa’da Askerlerin iç savaş ve kaos uyarısını yabana atmamak gerekir. Batı toplumunda gidişatın iç açıcı olmadığı da maalesef ortadadır. Bizim tarafımızdan dikkat edilmesi gereken noktanın Avrupa da yaşayan Soydaşlarımızın durumlarıdır.    

Diğer Batılı Toplumların katliamları;

 

İspanyol ve Amerikalıların Yerlilere Uyguladığı Soykırım;

1492 yılında Kristof Kolomb'un ayak bastığında nüfusu 8 milyon olan Arawaks yerlilerinin sayısı 22 yıl içerisinde 28 bine inmiştir.

 

Norveçlilerin Taterlere (Göçer) Uyguladığı Soykırım;

Norveçliler 1920-30'larda çıkardıkları yasalarla Nordik ırkın arılığını korumak için etnik grup Tater (Göçerler) kızlarını zorla kısırlaştırmışlardır. Norveç toplumu ne kadar Tater'i kısırlaştırırsa, o kadar kendi ırkını koruduğuna inanmaktaydı. O dönemde Kısırlaştırma yoluyla ehlileştirilemeyen Taterler üzerinde insülin ve elektroşok yöntemleri de uygulanmıştır.

 

İngilizlerin Avustralyalı Yerlilere Uyguladığı Soykırım;

İngiltere Krallığı 1788-1938 tarihleri arasında sömürge amacıyla gittikleri Avustralya'da yerleşik yerli halk: Aborjinleri sistematik olarak yok etmişlerdir. İngilizler aralarına salgın hastalık yaydığı bununla da yetinmeyip yemeklerine zehir katarak yok etmeye çalıştığı 750 bin siyah derili Aborjinden geriye sadece 31 bin kişi sağ kalabilmiştir.

 

Almanların Batı Afrika'da Namibyalılara Uyguladığı Soykırım;

Almanlar 1891 yılında hammadde ve işgücü ihtiyaçlarını karşılamak için Güney Batı Afrika (Namibya)'ya sömürge kurmak amacıyla çıktılar. Bölgedeki çok zengin altın ve zümrüt madenlerini ele geçirmenin yolunun yerel Herero ve Nama halklarını yok etmek olduğuna karar veren Almanlar harekete geçmiştir. Bu emir üzerine adanın yerlileri Herero ve Namalar üzerine taarruz eden Alman askerleri yaşlı, kadın, çocuk dinlemeden herkesi katlettiler. Katliamdan kurtulanlar işkenceyle öldürüldüler. Yaklaşık 132 bin yerliden geriye sadece 15 bini sağ kalabildi.

Almanların Yahudi ve Çingenelere Uyguladığı Soykırım;

Almanlar 1933-45 yılları arasında Büyük Alman İmparatorluğu'nu kurmak ve mükemmel Alman ırkını yaratmak hedefiyle diğer milletlerden veya etnik gruplardan 21 milyon insanı topluca kurşuna dizerek, toplama kamplarında fırınlarda yakarak, gaz odalarında zehirleyerek soykırıma uğrattılar. Alman yönetimi öncelikle kendilerinden olmadığına inandığı bütün ırkları tespit edip harflerle sınıflandırmıştır. Bu kampanya uyarınca Çingenelerin yüzde 94'ü kısırlaştırılmıştır. İkinci hedef grup olarak Yahudiler seçildiği görülmektedir.  Gerek Almanya gerekse de Almanların işgal ettiği diğer ülkelerde yasayan milyonlarca Yahudi sistematik bir biçimde vurularak, asılarak, yakılarak ve zehirlenerek öldürülmüştür. Naziler, çeşitli ülkelerde imha kampları kurduğu görülmektedir. Polonya’daki Auschwitz-Birkenau Kampı’na gönderilen 1,3 milyon kişiden 1,1 milyonu katledildi. Savaş sırasında 6 milyondan fazla Yahudi katledildi. Bu katliamlar, daha sonra ABD tarafından yönlendirilerek kurulmasını sağladığı BM tarafından Yahudi Soykırımı (Holokost) olarak kabul edildi. Yahudilerin 2. Dünya savaşında olan bu katliamlardan sonra İsrail’e göçleri de hızlanmıştır!

Amerikalı ve İngilizlerin Almanlara Uyguladığı Soykırım;

Amerikalılar ve İngilizler Almanların 2. Dünya Savaşını kaybetmelerinin ardından, Dresden kentine sığınan Alman göçmenlerin üzerine 3 gün süreyle havadan bomba yağdırmışlardır. Savunmasız insanların sığındığı Dresden kentine intikam amacıyla uygulanan bombardıman sırasında 3 bin 900 ton tahrip gücü yüksek bomba ve 200 bin napalm bombası atılmıştır. Bu yok etme harekatın da çoğunluğu çocuk ve kadınların oluşturduğu 200 bin kişi katledilmiştir. Japonya'nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atılan atom bombaları sonucu toplamda 350 bin kişinin öldüğü gerçeği Dresden'e uygulanan soykırımın büyüklüğünü de gözler önüne sermektedir.

Danimarkalıların Alman Mültecilere Uyguladığı Soykırım;

İkinci Dünya Savası'nın bitiminde Sovyet Ordusu'nun Alman topraklarına doğru ilerlemesinden kaçan 250 bin Alman mülteci Danimarka'ya sığındı. Üçte birini 15 yaşından küçük çocukların oluşturduğu Almanlar tel örgülerle çevrili toplama kamplarına kapatıldılar. Burada binlerce çocuk ve yetişkin tifüs, bağırsak iltihabı, ishal sonucu yaşamlarını kaybettiler.

Rumların Kıbrıs'ta Kıbrıs Türklerine Uyguladıkları Soykırım;

İngilizler 1912-1974 döneminde Kıbrıs adası üzerindeki egemenliklerini sağlamak amacıyla Rumların ENOSIS'İ gerçekleştirmelerine göz yumarak Türklere karşı saldırı başlattırdılar. 1912'den beri adada yaşayan Rumlar Kıbrıs'ın 35 ayrı noktasında Türklere ait iş-yerlerini, camilerini ve evlerini yakıp yıkmaya insanları katletmeye başladılar. 1952 yılında EOKA terör örgütü Yunanistan tarafından kuruldu. EOKA sistematik bir biçimde başlattığı saldırılarda 100 Türk'ü, 100 İngiliz vatandaşını öldürerek 30 Türk köyünü yaktı. 1963 yılında EOKA'CILAR yeni bir etnik temizleme planını devreye sokarak  500 Türkü katlettiler, 130 Türk köyünü yaktılar, 25 bin Türkü evlerini terk etmek zorunda bıraktılar.

Yunanlıların Batı Trakya'da Türklere karşı asimilasyon yoluyla uyguladığı Etnik ve Kültürel Soykırımı;

1923 yılında Lozan'da imzalanan Türk ve Yunan azınlıkların karşılıklı mübadelesine ilişkin anlaşmanın ardından Yunan hükümeti Batı Trakya bölgesinde yasayan Türkler üzerinde sistemli olarak etnik ve kültürel soykırım başlattı. Bölgenin büyük bir bölümünü askeri bölge haline getirip sıkıyönetim ilan ettiler. Köyler arasında geliş-gidişleri izne bağladılar, Türk azınlığın pasaportlarına el koydular.  Türklerin hukuki, siyasi, kültürel ve dini haklarının kısıtlanması ibadetlerine izin verilmemesi gibi yoğun baskılar sonucu 400 bin Türk bölgeyi terk etmek zorunda bırakıldı.

Bulgarların Türklere karşı uyguladıkları Etnik ve Kültürel Soykırım;

1970-89 yılları arasında Bulgar hükümeti Bulgarlaştırma adı altında ülkede yaşayan 1,5 milyon Türk, Pomak ve Çingeneye karşı bir asimilasyon kampanyası başlattı. Ülkede yasayan 310 bin Türk'ün isimleri polis zoruyla Bulgar ve Hıristiyan isimleriyle değiştirildi. Türkçe eğitim veren okullar, üniversitedeki Türk filolojisi bölümleri, Türkçe gazeteler ve camiler devlet emriyle kapatıldı. Çocukların sünnet ettirilmesi yasaklandı. Çocuklar bu yasağa rağmen sünnet ettirilip ettirilmediğini kontrol edilmek için zorla sağlık merkezlerine gönderildi. Mezar taşlarının üzerindeki Türkçe isimler yüzünden mezarlar yıkıldı, talan edildi. Türklerin Türk motifli giysiler giymeleri yasaklandı. Bu baskılara dayanamayıp protesto gösterileri yapan Türklerin üzerine askeri birliklerce ateş açıldı. Bu olaylar neticesi 1.000 Türk Belene'deki toplama kampına gönderildi. Baskıların giderek artması sonucu 360 bin Türk zorunlu olarak Türkiye'ye göç etmek zorunda kaldı.

Amerikalıların Irak'ta yaptıkları Soykırım;

Felluce'de 1.500 sivilin sokaklarda öldürülüp çürümeye terk edilmesi ve cesetlerin köpekler tarafından yenilmeye başlanması sonucu 250 bin kişinin bölgeden göç ederek sürülmesine neden oldu. Bununla yetinmeyen ABD, Irak’a özgürlük getirme bahanesiyle, 100 binin üstünde sivil halkı, katletti. Fransız, İngiliz ve Almanlar başta olmak üzere bütün AB ülkelerinin Felluce soykırımı karşısında kayıtsız kalmalarının yanında Birleşmiş Milletler de kendi soykırım tanımına giren bu insanlık suçlarına karşı ses çıkarmamıştır.

Belçikalıların Kongolulara yaptığı soykırım;

Belçika sömürmek için girdiği Kongo'da 1908 yılına kadar 10 milyon Kongoluyu katletti

ABD ve bu zihniyete sahip olanlar gerek kendi toplumundan gerekse de dünya kamuoyundan gelebilecek reaksiyondan dolayı kendi yaptıklarını veya girdikleri pozisyonları algı ile başkalarına mal ederek kendilerini her zaman aklamanın peşinde olduklarını bilmek gerekir. Eğer bu odaklar birisini itham ediyorsa demek ki bunu kendileri yapmıştır. İlgili suçu algı ile karşısında rakip olarak gördüğü Ülkeye yamamaya çalıştığını ve ilgili ülkenin kendilerine biat etmesinin peşinde olduklarının bilinmesi gerekir. Bu metot gerek dünyada gerekse de siyasette bolca kullanılmaktadır.  

Şu tarihi gerçeği iyi bilmek gerekir;

1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu İttifak Devletleri yanında ve Amerika Birleşik Devletleri İtilaf Devletleri yanında yer almakta idi. Ayrı kutuplarda olmalarına rağmen birbirlerine savaş ilan etmediler. Fakat ABD Çanakkale Savaşı sırasında İtilaf Devletlerinin savaş malzemelerini taşıyordu.

1. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu yenilip Mondros Mütarekesi imzalanınca İtilaf Devletleri İstanbul, Marmara ve yeni kurulacak Büyük Ermenistan’ın Amerikan mandasına girmesini istediler. Hatta bütün Anadolu’nun ABD'nin kontrolünde tek bir manda halinde olması fikri ortaya konuldu. Ama bu fikre Kurtuluş Savaşı Kahramanı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk şiddetle karşı çıktı.  1. Dünya savaşında ABD’nin kendini göstermeyerek maskeli savaşma nedeni Türkiye’deki misyoner kuruluşları olan Amerikan enstitüleri ve onların faaliyetlerine son verilmemesi içindi.

 ABD, İtilaf Devletleri’ne Osmanlı’nın Anadolu’da kalan topraklarının işgalinde yardımcı oldu. ABD’nin işgale yardımı lojistik destekle sınırlı kalmadı. ABD İzmir’in işgaline USS Arizona ve üç tane savaş gemisiyle Yunanlılara koruma sağladı. 7 Haziran 1922'de İzmir’in işgalinde Yunan savaş gemilerinin aralarında ABD’nin Avefof zırhlı kruvazörü de bulunuyordu. ABD savaş gemileri USS Sands, USS Mc Farland ve USS Sturtevant Rum ve Ermeni çetelerine destek olmak için Samsun ve Trabzon’u bombaladılar. Gemilerin Samsun’a 400 top atışı yapmalarına karşın Türkler tek bir topla sadece 25 atışla karşılık verebildi. Samsun’un bombalanmasında 4 Türk öldü ve 3 Türk yaralandı. Ayrıca şehirde büyük oranda maddi hasarın yanında çok sayıda bina da oturulamaz duruma gelmiştir.

Bu tarihi gerçekler çerçevesinde ABD’nin neden Ermenistan’ın yanında olarak Türkiye’ye karşı cephe aldığı daha net anlaşılmaktadır. Kurtuluş savaşında sanki ABD hiç ortada yokmuş! Ermenilerle ve Yunanlılarla Türklere karşı bir bağları bulunmuyormuş gibi olayların algılanmaması gerekir. Bu tarihi gerçekler çerçevesinde Kurtuluş savaşında Türklere karşı psikopat Batı toplumunun oluşturduğu ABD’nin kuyruk acısının olduğu da ortaya çıkmaktadır.

Evvelden de işaret ettiğim üzere; Tarihini ve Tarihi bilmeyen, hele hele yakın tarihi gerçek mâniada idrakten mahrum olanlar milletine hizmet edemezler. İstikbale güvenle bakamazlar. Tarihî hakikatler karşısında üç maymunu oynayıp kafasını kuma gömenler; belirli mihrakların “komplo teorileri” safsatalarına inanırlar. Ondan sonra da elin adamı senin üzerinden dünya hakimiyetini devam ettirir. Hem de acımasızca. Kendi elimizle kendisine hizmet ettirerek. Onun için dikkatli olmak mecburiyetindeyiz. Tarihi iyi okuyup yorumlamalıyız. Meselelere ciddiyetle eğilip, millî ve dâva şuuruna sahip olmalıyız ki ancak o zaman Türkiye Düşmanı odakların oyunlarından ve kötülüklerinden koruna bilelim.

Her yıl Türkiye’yi soykırım iftiralarıyla köşeye sıkıştırmaya çalışan ABD yönetimi, üniversiteleri, aydınları, medyası hiç dönüp kendi tarihlerinin perde arkasına bakmadıkları görülmektedir. Bunun yanında ABD’NİN kendi halkına bile yalan söyleyerek algı politikası ile atalarının yaptıkları katliamları örtbas etmenin derdinde olduklarının iyi bilinmesi gerekmektedir. Tarihi gerçekleri kimsenin örtbas edemeyeceğinin de bilinmesin de fayda vardır.

 

Yalçın Aral

14.5.2021