Yalçın ARAL


AYASOFYA NEDİR!

53 gün süren kuşatmadan sonra 29 Mayıs 1453 tarihinde İstanbul’un fethi ile yani bir devir başlamıştır. Bu fetih tarihi, Orta Çağ’ın sonu Yeni Çağ’ın başlangıcı olarak kabul edilir. Bu fetih ile 1000 yıllık Bizans İmparatorluğu sona ermiştir. İstanbul’un fethinin 567. yılını kutladığımız bir seneye girmiş bulunmaktayız. 


 

 

53 gün süren kuşatmadan sonra 29 Mayıs 1453 tarihinde İstanbul’un fethi ile yani bir devir başlamıştır. Bu fetih tarihi, Orta Çağ’ın sonu Yeni Çağ’ın başlangıcı olarak kabul edilir. Bu fetih ile 1000 yıllık Bizans İmparatorluğu sona ermiştir. İstanbul’un fethinin 567. yılını kutladığımız bir seneye girmiş bulunmaktayız. 

“Zulüm 1953 yılında başladı!” diye söylem yaparak pankart açan zihniyet, İlluminati felsefesindeki insan formatını temsil ettiğinin bilinmesi gerekir.. İlluminati felsefesindeki insan tipi , “Milli ve Manevi değerlerinden kopmuş, materyalist zihniyete erişmiş, vicdansız insan tipidir.” Atatürk sonrası Türkiye’sinde  senelerdir toplumumuzun değer yargılarını ortadan kaldırmak için yapılan çabaların maalesef acı ama bir kısmının tutmuş olduğu görülmektedir. Bu söylemleri yapan veya bu zihniyette olanlar, ne bu toprağın insanıdır ne Müslümandır nede Türk’tür! Bu zihniyete sahip kesimlerin “ Savaşa girsek bizleri arkamızdan vurabilecek kadar da bu toplumdan kopmuşlardır.” Toplumumuz için çok tehlikeli ve çok dikkat edilmesi gereken bir zihniyeti bu kesim temsil etmektedir. Bir toplumun değerlerini ve değer yargılarını ortadan kaldırırsan toplum diye bir şeyin kalmayacağının da çok iyi bilinmesi gerekmektedir!

CHP Milletvekili Sayın Kaboğlu’nun Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün benim en büyük eserim dediği TBMM’de ki sözlerine bakıldığı zaman bu zihniyetin Türk toplumundan ve değerlerinden ne kadar uzakta olduğu teyit edilmektedir. CHP İstanbul Milletvekili Sayın İbrahim Kaboğlu’nun, Meclis tutanaklarına geçen söylemlerine bakıldığı zaman “Ayasofya konusunda yargı araç sallaştırılıyor. Benim görüşüme göre Topkapı Sarayı da müze olarak korunmalı, Ayasofya da müze olarak korunmalı, hatta Sultanahmet de müze olmalı; çünkü bunlar artık bizim kendi şeyimiz değil, kendimize özgü değil, insanlığın ortak mirasıdır bunlar. Anayasamızın 63. Maddesinde bunu görüyor ve evrensel değerleri benimsemesi açısından da dünya ölçeğinde bunlar mirastır. Yargıyı kullanmayalım. Pekala Cumhurbaşkanı kendi işlemiyle yapabilir, ama siz bugünden “Danıştay karar verecek” diye her gün konuşmaya başladığınız zaman Danıştay bağımsız olarak karar veremez.” şeklindedir. TBMM kürsüsünden bu ifadelerini kullanması çok düşündürücü olduğu kadar da korkutucudur.

Sanki Osmanlı ,Türk toplumunun bir parçası ve bizim atalarımız değilmiş gibi bir söylem yapılması da kabul edilir bir durum hiç değildir! Tarihini ve nereden geldiğini bilmeyenlerin yaptıkları söylemlere benzemekte olup toplumun değer yargılarını ayaklar altına alan bu söylemler hiç de hoş değildir. 

Sayın Milletvekili Anayasamızı Türkiye düşmanlarının ağzı ile değerlendirerek bu kesime topu pas attığı görülmektedir. Sanki Hıristiyan olan Batı toplumu insanlığın ortak mirasıdır diye hala ibadete açık olan katedrallerini  şimdiye kadar müzeye çevirmiş gibi bu söylemleri TBMM kürsüsünden sarf edilmesi de çok düşündürücüdür.

Bu söylemlerin karşısında Ak Parti Grup  Başkanvekili Mehmet Muş, “Kendileri iktidara geldiklerinde, yapabilirlerse, Sultanahmet’i müzeye çevirirler.” ifadeleri ile reaksiyonunu göstermiştir.

Din kisvesi altında hem  Türkiye hem de Müslümanlar üzerinde oynanmak istenen oyunları iyi görmek gerekir. Batı toplumunda,  Evangelistlerin ve Siyonistlerin  “Tanrıyı kıyamete zorlamaları” felsefesini ve inançlarını yabana atmamak gerekir. Dünyada ve bölgemizde olan olayları bu açıdan değerlendirmekte fayda vardır. Evangelist ve Siyonist zihniyetlerin radikal unsurları büyük dünya savaşı olan ARMAGEDON dan sonra MESİH’İN geleceğine inanmaktadırlar. İnançları gereği bu durumu zorlayarak, büyük savaşı çıkara bilmek içinde insanlığı bir tarafa bırakarak bölgemizde her türlü rezilliği yapmakta oldukları görülmektedir. Maalesef bu radikal unsurların başta ABD olmak üzere bazı Batılı ülkelerin idarelerinde ciddi şekilde söz sahibi oldukları bunun yanında ABD gibi bazı Batılı ülkelerin de bu radikal unsurlar tarafından idare edilmekte olduğu maalesef bir gerçektir.

Ayasofya olayını da bu doğrultuda değerlendirmek gerekmektedir. Neden Yunanistan Türkiye’ye diş göstermeye çalışıyor? Neden ABD Ayasofya’nın tekrar cami olarak ibadete açılmasında egemenlik haklarımıza müdahale ederek, hak ve hukuka sığmayacak şekilde karşı çıkmak sureti ile suları bulandırmak istiyor? Neden AB’nin bazı ülkelerinden  bu konu hakkında çatlak sesler çıkıyor? Bu soruların cevabı bulunduğu zaman, Ülke yönetimlerinde söz sahibi olan Siyonist ve Evangelist radikal uçların bu tezgahta ne gibi rolü olduğu da ortaya daha net çıkacaktır.

Bu konunun bir Ulusal güvenlik konusu olduğunu göremeyen ve Türk Toplumunun değerlerini ve değer yargılarını ayaklar altına alan zihniyetlerin TBMM çatısı altında olmaları toplumumuzu ciddi şekilde yaraladığı da bir gerçektir.

İstanbul’un fethi sırasında Fatih Sultan Mehmet Bizans İmparatoruna haber göndererek “Şehri teslim etmesini istemiştir.” O zamanki Müslümanların savaş  hukukuna göre eğer bu çağrıya İmparator olumlu cevap vermiş olsa idi  İstanbul’un hiç bir ibadethanesine dokunulmayacak ve ibadethanelerin kilise olarak devam etmesine izin verilecekti, bunun yanında ahalinin canına ve malına zarar gelmeyeceği de bir gerçektir, bunun dışındaki davranışlarında İslam kültüründe HARAM olduğu Müslümanların savaş hukukunda bulunmaktadır. Ama Fatih Sultan Mehmet’in bu isteğini İmparator ret etmiş bu suretle de savaş başlamıştır. Kuşatmadan 53 gün sonra İstanbul fethedilince de Fatih Sultan Mehmet İstanbul’un en büyük ibadethanesi olan Ayasofya’yı KILIÇ HAKKI olarak camiye çevirmiştir. Bu uygulama o zamanki bütün toplumlarda geçerli bir metot olarak uygulanmıştır. O dönemlerde Hıristiyanlar istila ettikleri yerlerdeki bütün camileri kiliseye çevirmişlerdir. Bunun yanında camileri hoş olmayan başka işler içinde kullandıkları da bir gerçektir. Bu gerçekler çerçevesinde İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet Ayasofya’nın çevresindeki yerleşim yerlerini kendi parası ile satın alarak boşalttırmış ve Ayasofya dahil diğer yerlerin tapularını da Fatih Sultan Mehmet vakfına devretmiştir. İstanbul 1453 tarihinden itibaren bir Türk şehridir, Ayasofya’da  İstanbul’un içindedir. Bu durumda göstermektedir ki Ayasofya üzerindeki her türlü tasarruf ve egemenlik kayıtsız şartsız Türkiye’nindir. Bu konuda yalnızca Türkiye’nin karar verme yetkisi ve sorumluluğu bulunmaktadır. Bu ince detayı da atlamamak gerekir.

Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan;

  • Ayasofya’nın ücretsiz olması önerisine ilişkin, “ Olmayacak bir şey değil, hatta üzerinde öyle dururuz ki, adını müze değil artık Ayasofya Cami olarak koyarız.”
  • “Biz bir hukuk devleti olarak Danıştay’ın vereceği kararı bekliyoruz. Kararı verdikten sonra atılması gereken neyse o adımlar atılır.”
  • “Ayasofya cami olarak turistler tarafından ziyaret edilmeye devam edilebilir. Sultanahmet’te olduğu gibi. Buna milletimiz karar vermeli. “
  • “Ayasofya’da namaz da kılınır, Fetih Suresi de okunur. Buna ancak ve ancak aziz milletimiz karar verir.” şeklinde değerlendirmelerde bulunmuştur.

 

MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli açıklamalarında;

  • O dönemdeki mezkûr kararnamede  Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün attığı imzanın sahtemi gerçek mi olduğu on yıllar boyunca tartışmaların ağırlık merkezini teşkil etmiştir. Ayrıca aziz Atatürk’ün Ayasofya camisinin yalnızca bahçe kısmının müze olarak kullanılmasına onay verdiği dikkat çekici şekilde ileri sürülmüştür.
  • Ayasofya cami hakkında Yunanistan’ın  dayatmaları. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın yayımladığı uluslararası dini özgürlükler raporu hem inancımıza hakaret hem de milli egemenlik haklarımıza ayıplı bir saldırıdır.
  • Milliyetçi hareket Partisi’nin görüşü çok nettir. Ayasofya camisi Müslüman gönüllerle buluşmalı kapısı ibadete mutlaka açılmalıdır. Kimin ne söylediğinin bir önemi yoktur. önemli olan milletin ne dediği, ecdadın   ne istediği, Allah’ın neyi emrettiğidir. Gerisi fuzuli laf kalabalığıdır.

Dış İşleri Bakanı Sayın Çavuşoğlu;

  • İstanbul’un fethini hala kabullenememişler. Bu iki yüzlülük, aymazlık ve haddini bilmezliktir.
  •  Ayasofya uluslararası bir konu değildir. Ayasofya bir ulusal güvenlik konusudur.

Türk Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü ABD’nin Ayasofya çıkışına karşı; “Türkiye’nin verdiği ve vereceği kararlar başka ülkelerin işi olamaz.” şeklinde bir açıklamada bulunmuştur.

 

           

Siyasilerin bu demeçleri siyasi otoritenin din üzerinden yürütülmek istenen bütün oyunların farkında olunduğunu göstermektedir. Türkiye’nin Ayasofya’yı cami olarak ibadete açması da radikal unsurlar tarafından din üzerinden yürütülen oyunlarının görüldüğünün işareti olup, ayrıca bu durum Siyonist ve Evangelist radikal unsurlara da bir meydan okumadır.

 

Yurtdışı Türkiye ve Müslüman düşmanlarının içimizde ki uzantılarının söylem ve durumları incelendiği zaman şu tespitler ortaya çıkmaktadır;

  • İnsanın kendi coğrafyasına ve değerlerine bu kadar yabancı olmaması gerekir,
  • Yurtdışı Türkiye düşmanlarının ağzıyla içeride aynı söylemleri yapanların  kimlere hizmet ettiklerini çok iyi bilmeleri gerekir,
  • Dünya’da olan olayların detayına inildiği zaman olayların ve mücadelenin tamamen dini değerler ve inanışlar üzerine kaydırılmış olduğuna işaret etmektedir.  
  • Dünyada bölgemiz seçilerek, “Tanrı’yı kıyamete zorlayan radikal bir dini zihniyetin olduğunu atlanmamak gerekir.” Radikal ve insanlık için çok tehlikeli olan bu zihniyetin Evangelist ve Siyonist dayanışması olarak ortaya çıktığının da bilinmesi gerekir.
    • Bu radikal unsurların içerdiği zihniyete de kimsenin siyaseti alet ederek bilerek veya bilmeyerek hizmet etmemesi gerekir.
    • Bu zihniyetin artık ülkemizle rekabet içinde olan başka devletler için gerekçe üretmesi kabul edilemez, maalesef yaşanan olaylar bu radikal unsurların hedefleri doğrultusundaki bir duruma dünyanın ve bölgemizin getirilmek istendiğidir. Bu zihniyetin hedefinin kendi inançları ve amaçları doğrultusunda dünyada ve bölgemizde kaosun ve çatışmaların daha da  derinleşmesi olduğunu atlamamak gerekir.
  • PKK,FETÖ, Radikal İslam Terör örgütleri hep bu zihniyetin ürünü ve kontrolündedir, bu terör örgütleri bu zihniyetin inançları ve amaçları doğrultusundaki  hedefler için kullanmaktadırlar. Bunun yanında Arap Baharı, Doğu Akdeniz, Suriye ve Libya olaylarında Türkiye düşmanı bu radikal odakların tezleri ve söylemleri ile içimizdeki uzantılarının aynı paralelde konuşmaları  da oyunun büyüklüğüne işaret ederek hoş bir tablo ortaya koymamaktadır.
  • Birlik ve beraberlik içinde, toplumumuzun değerlerini korumamız gereken bir süreçten geçerken ciddi muhalefet yerine kirli siyaseti tercih eden zihniyet ve bunun yanında toplumumuzu zehirlemek için yapılan söylemlerin toplumumuzda kabul görmesi de söz konusu değildir.
  • Herkesin şunu bilmesi gerekmektedir; Türk toplumu değerlerine her zaman sahip çıkmış ve bundan sonrada çıkacağı da ortadadır. Milli ve Manevi değerlerinden kopmuş ve bu toprağın insanı olduğunu hissedemeyen kimselerin bu toplum içinde tutuna bilmelerinin de söz konusu olmadığının çok iyi bilinmesi gerekir.

 

MHP Genel Başkan Yardımcısı Kamil Aydın; “Yunanistan’ın Ayasofya özelinde 567 yıllık kuyruk acısını anlıyoruz da, aynı safta durup “Bırakın Ayasofya’yı Sultan Ahmet Camii bile müze olmalı” diyen CHP’nin hukukçu milletvekili, bir kez olsun Müslüman Türk nüfusuna rağmen Atina’da tek bir caminin olmamasına söyleyeceği bir şeyi yok mudur?” ifadelerini paylaşmıştır.

MHP Ordu Miletvekili Cemal Enginyurt ise “ CHP tabanı böyle düşünmez!” diyerek umut ettiğini belirterek Kaboğlu’nu beynini kiraya vermekle suçladığı görülmektedir.

Şu soruların sorulması ve cevaplarının da bilinmesi gerekmektedir! Şu an Avrupa ülkelerinde bulunan kiliselerin doluluk oranının ne durumda olduğudur? Büyük katedrallerde bile bizim Cuma namazı yerine geçen Hıristiyan toplumunun Pazar ayinin de ön sıraların bile zor dolduğu bir gerçektir. Her geçen süre içinde batı toplumunda kiliselere giden insan sayısının azaldığı gözlemlenmektedir. Bu durumdan dolayı bazı kiliselerin bile kapandığı belirtilmektedir. Bunun karşılığında Cuma Namazında camileri Müslümanların nasıl doldurduğu da bir gerçektir.

Haçlı Seferleri zamanında, Hıristiyanların istila ettikleri bölgelerdeki camiler kiliseye çevrilmedi mi? Şimdi bu kiliselere giden var mı? Bunun yanında CHP zihniyetine göre bunlar şimdiye kadar neden müze yapılmamış diye sormak gerekir?     

Bu kadar Batı hayranlığı ve onların suyunda gitmek doğru bir yaklaşım değildir. Batı toplumu seneler boyunca ne yaptıysa Ayasofya konusunda biz de aynısını yaptığımızın çok iyi bilinmesi gerekmektedir. 

Avrupa’da bulunan eski dini değeri bulunan eserlerinde CHP zihniyetine göre insanlık mirası olarak müze olması gerekmez miydi? Neden hala Avrupa ülkelerinin başkentlerinde bu Katedraller dinlerinin vecibelerini yerine getirmek isteyenlere açıktır? Atina’da bir tek Cami yokken Ayasofya için gerek Yurtdışı Türkiye ve Müslüman düşmanları gerekse de içimizdeki uzantılarının ağıt yakmaları da çok manidardır.

İslam’da ırkçılığın ve ötekileştirmenin olamayacağının da çok iyi bilinmesi gerekmektedir.

Müslümanlar tarafından bir şehir veya bölge fethedilince ve  hakimiyet altına alınması  daki en önemli hakimiyet alametinin de CUMA hutbesi olduğunun bilinmesi gerekmektedir. İstanbul’un fethinden sonra İstanbul’da kılınan ilk Cuma namazı Ayasofya’da kılınmıştır. 1 haziran 1453 yılı Cuma günkü hutbede Fatih Sultan Mehmet’in ismi zikredilmiştir. Bu suretle şehrin hakimiyetinin Osmanlıya geçtiği tescil edilmiştir. Bu uygulamanın o zamanki Fetihlerde uygulanan bir gelenek olduğunun da atlanmaması gerekir.  Cami olan Ayasofya bu tarihten itibaren 481 yıl boyunca cami ve İstanbul’un en büyük mabedi olarak kullanılmıştır.

Fetih; Şehirleri ve ülkelerin kapılarını, Allah’ın mesajını yaymak amacıyla İslam’a açıp, İslam idaresi altına almak demektir. Arapça’da “ Açma, yol gösterme, hüküm verme, galibiyet ve zafere ulaştırma” anlamlarına gelen fetih, kavram olarak İslam’ın meşru gördüğü maksat ve usuller çerçevesinde, Müslümanların Müslüman olmayan şehirleri , ülkeleri almalarına denir.

Müslümanların bu faaliyeti, yalnızca “Allah’ın mesajını yaymak” maksadıyla ve kendisiyle savaşmayana dokunmamak, ekine suya zarar vermemek gibi usullere riayetle gerçekleştiğinden, fetih asla işgal ya da istila değildir. İşgal ve istila tamamen çıkar amaçlıdır ve savaşta her şeyi mubah gören bir zihniyete sahiptir. Müslüman olan Türkler bu yüzden bu durumlara işgal ya da istila değil, fetih der. Kaynağını Kur’an-ı Kerim’deki “Fetih” suresinden alan bu fetih kelimesi, savaştan daha çok kalpleri İslam gerçeğine açmak, İslam mesajının önündeki engelleri kaldırmak, insanın kalbine ve aklına ulaşmayı mümkün kılacak ortamı hazırlamak anlamına gelir. Bunun bir tezahürü olarak tarih boyunca İslam savaşla değil, barışla yayılmıştır. İnsanlar İslam’a zorla değil İslam’ın yüceliğini anlayarak, güzelliğini hissederek girmişlerdir.

“Kostantiniy’ye elbette fetih olunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandandır! Onu fetheden askerler ne güzel askerlerdir!“ Hadisi Şerif’i de atlamamak gerekir.

Ayasofya kelimesindeki “sofya” sözcüğü herhangi bir kelimenin adı olmayıp. Eski Yunancada “bilgelik” anlamındaki sophos sözcüğünden gelmektedir. “Ayasofya” adı “kutsal bilgelik” veya “ilahi bilgelik” anlamına gelmektedir. Bu Ortadoksluk mezhebinde Tanrı’nın üç niteliğinden biri sayılır. Bu nedenle özellikle Bizans (Doğu Roma) döneminde Anadolu’nun değişik yerlerinde Ayasofya adı verilen kiliseler yapılmıştır. 

Fatih Sultan Mehmet Ayasofya’yı İstanbul’un fethi hakkı olarak kiliseden camiye çevirmiştir.

Fetih demek İstila demek değildir., yağmalamak ve zulüm da hiç değildir. Bu toprağın insanı olamayan veya bu toprağın insanı olduğunu hissedemeyen birilerinin zulüm 1453 yılında başladı diye etrafta gezmesine de şaşırmamak gerekir. Ama bu zihniyetin şunu bilmesinde fayda vardır. “ Türkler dosta dosttur ama kendilerine düşmanlık besleyenleri ve yapılan düşmanlığı da de hiç bir zaman unutmazlar ve affetmezler, intikamını da yeri ve zamanı geldiği zaman da alırlar.”

 

Osmanlılar döneminde Anadolu toprakları üstünde fetih edilen yerlerde bulunan kiliselerin çoğu camiye çevrilmiştir. Hatta camimi olsun müzemi olsun tartışması günümüze kadar sürmüştür ve hala sürmekte olduğu da görülmektedir. Bu nedenle bazı kiliselerin bu tartışmalar arasında kaderlerine  terk edildiği de bir gerçektir.

Türkiye’de Ayasofya adında eskiden kilise olarak kullanılan dokuz adet yapı bulunmaktadır. Şu an bu yapılar cami olarak kullanılmaktadır. Bu yapıların cami olarak kullanılması, Müslüman olan Osmanlıların bu bölgeleri Fetih etmesinden dolayı Fetih  haklarını kullanmaları ile gerçekleşmiştir. 

Edirne;

Kaleiçi’ndeki Ayasofya Kilisesi, Enez’in Osmanlı tarafından alınmasından sonra 2. Mehmet tarafından camiye çevrilmiştir. 1962’ye kadar cami olarak kullanılan yapının çatısı ve bazı duvarları 1965 depreminde çökmüştür.

Kırklareli;

Vize ilçesindeki Küçük Ayasofya da Gazi Süleyman Paşa Camii olarak bilinen yapı, orijinal hali büyük ölçüde korunmuş bir Doğu Roma kilisesidir. Yapının ilk olarak hangi tarihte inşa edildiği bilinmemektedir ancak yapılan arkeolojik kazılara göre 5. ya da 6. yüzyılda inşa edilmiş bir bazilikanın temelleri üzerine kurulduğu tahmin edilmektedir. İlk kez 19. yüzyıla ait belgelerde Ayasofya Camii olarak anılan yapının Doğu Roma dönemindeki adı ise tam olarak bilinmiyor. Kiliseye Ayasofya adını Vizeli Rumların verdiği sanılmaktadır.

İstanbul;

Küçük Ayasofya semtinde, demiryolunun kenarında da bir Ayasofya bulunmaktadır. İmparator Iustinianos tarafından 536’da inşa ettirilen yapı, 15. yüzyılda II. Bayezid döneminde Küçük Ayasofya Camii olarak adlandırılmıştır.

Trabzon;

Trabzon’un Fatih Mahallesi’ndeki Ayasofya Müzesi, kent surlarının yaklaşık iki kilometre dışında bulunmaktadır. Bir manastır olduğu bilinen yapının sadece ana kilisesi ve çan kulesi günümüze ulaşmış durumdadır. 1964’te ziyarete açılan Ayasofya Müzesi’nin bakımlı ve güzel bir bahçesi de bulunuyor. Gerçek Doğu Roma İmparatorluğu’nun kendisi olduğunu kanıtlamak isteyen I.Manuel Kommenos’un (1238-1263) bu nedenle İstanbul’daki imparatorluk kilisesiyle aynı adı taşıyan yapıyı inşa ettirdiği sanılmaktadır. Ayasofya’nın 1584’te dönemin Anadolu Beylerbeyi Kürd Ali Bey tarafından camiye çevrildiği bilinmektedir. Manastır, Trabzon’un alınmasından yüzyıl sonrasına kadar işlevini sürdürmüş, sonrasında da camiye çevrilmiştir.

Gümüşhane;

Gümüşhane’nin Kabaköy köyünün Doğu Roma döneminde önemli bir yerleşim yeri olduğu ve buradaki Ayasofya’nın 10. yüzyılda inşa edildiği ve episkoposluk merkezi olduğu bilinmektedir. 1869’da camiye çevrilen yapının üç apsisi tahtayla kapatılmış durumda ve bu bölüm halen depo olarak kullanılmaktadır.

Zonguldak;

5. yüzyılda II.Theodosios döneminde inşa edildiği bilinen yapının Ereğli’nin alınmasından sonra Orhan Gazi tarafından camiye çevrildiği tahmin edilmektedir. Günümüzde Orta Camii adıyla kullanılmaktadır.

Bitlis;

Tatvan’ın Çekmece (Şamiran) köyünde bulunan ve yakın zamanda camiye çevrilen Ayasofya Kilisesi orijinal özelliklerini büyük ölçüde korumaktadır. Kilisenin sütunlarında Ermenice yazılar görülmektedir. Yapının asıl adının bu olmadığı, yöre halkı tarafından Ayasofya olarak adlandırılan bir Ermeni kilisesi olduğu tahmin edilmektedir.

İznik;

İznik’teki en önemli tarihi yapılardan biri olan Ayasofya, Doğu Roma döneminde şehrin merkezine inşa edilmiştir. Günümüzde 2,5 metre kadar yol seviyesinin altında kalan yapının yazıtı olmadığı için ilk inşa tarihi bilinmiyor ancak 6. yüzyılda İmparator Iustinianos tarafından eski bir Roma ‘gymnasium’unun üzerine yaptırıldığı sanılmaktadır. 8. yüzyılda onarıldığı bilinen yapı, 1065 depreminde yıkılınca zemini yükseltilerek yeniden inşa edilmiştir. 1331’de İznik’i alan Orhan Gazi tarafından da camiye çevrilmiştir. 2008’de yapılan restorasyonda çatısı yeniden inşa edilen yapının 18. yüzyılda kullanım dışı kaldığı tahmin edilmektedir. 1960’ta müze olarak ziyarete açılan yapı, 6 Kasım 2011’de tekrar cami olarak kullanılmaya başlanmıştır.

AYASOFYA / İSTANBUL;

1453 yılında İstanbul’un Osmanlılar tarafından fetih edilmesinden sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından Fetih hakkı olarak camiye dönüştürülmüştür. 481 yıl cami olarak kullanılan bu yapı 1934 yılında müzeye çevrilmiştir.

Ayasofya, mimari bakımından bazilika planı ile merkezi planı birleştiren kubbeli bazilika tipinde bir yapı olup kubbe geçişi ve taşıyıcı sistem özellikleriyle mimarlık tarihinde önemli bir dönüm noktası olarak ele alınır. Ayasofya adı “kutsal bilgelik” yada “ ilahi bilgelik” anlamına gelmekte olup Ortodoksluk mezhebinde kutsal olarak Tanrı’nın üç niteliğinden biri sayılır. Ayasofya inşaatında yaklaşık 10.000 işçinin çalıştığı ve 1. Justinianus’un bu iş için büyük bir servet harcadığı belirtilir. Bizans döneminde Ayasofya, büyük bir “kutsal emanetler” zenginliğine sahipti. Bu emanetlerden biri de 15 metre yüksekliğindeki gümüş ikomostasisti. Konstantinopolis Patriği’nin patrik kilisesi ve Ortodoks Kilisesi’nin bin yıl boyunca merkezi olan Ayasofya, 1054 yılında Patrik 1. Mihail Kirularios’un Papa IX. Leo tarafından aforoz edilmesine şahitlik etmiş olup, bu olay genel olarak Schisma’nın , yani Doğu ve Batı kiliselerinin ayrılmasının başlangıcı sayılır.

1453’te kilise camiye dönüştürüldükten sonra Osmanlı Sultanı Fatih Sultan Mehmet’in gösterdiği hoşgörüyle mozaiklerinden insan figürleri içerenler tahrip edilmeyerek sıva ile kapatılmış, içermeyenlerde olduğu gibi bırakılmıştır. Bu sayede doğal ve yapay tahribattan kurtulabilmiştir.

Günümüzde görülen Ayasofya binası, aslında aynı yere üçüncü kez inşa edilen kilise olduğundan “Üçüncü Ayasofya” olarak da bilinir. İlk iki kilise isyanlar sırasında yıkılmıştır. Dönemin en geniş kubbesi olan Ayasofya’nın merkez kubbesi, Bizans döneminde birçok kez çökmüş. Osmanlı döneminde Mimar Sinan’ın binaya istinat duvarlarını eklemesinden itibaren hiç çökmemiştir.

Bunun yanında;

* Dünyanın en eski KATEDRALİDİR.

* Yapıldığı dönemden itibaren yaklaşık bin yıl boyunca, 1520’DE İspanya’da ki Sevilla Katedrali’nin inşaatı tamamlanana dek dünyanın en büyük katedrali unvanına sahip olmuştur. Günümüzde yüz ölçümü bakımından dördüncü sırada bulunmaktadır.

* Dünyanın en hızlı (5 yılda) inşa edilmiş katedralidir.

* Dünyanın en uzun süreyle ( 15 yüzyıl) ibadet yeri olmuş yapılardan biridir.

* Kubbesi “eski katedral” kubbeleri arasında çapı bakımından dördüncü büyük kubbeye sahiptir.

1. AYASOFYA;

Ayasofya inşaatı Hristiyanlığı imparatorluğun resmi dini ilan eden Roma İmparatoru Büyük Konztantin ( Bizans’ın ilk imparatoru 1. Constantınus) tarafından başlatılmıştır.337 ile 361 yılları arasında tahtta olan Büyük Konstantin’in oğlu II. Constantius tarafından tamamlanmış ve Ayasofya kilisesinin açılışı 15 Şubat 360’ta II. Constantius tarafından gerçekleştirilmiştir.

Birinci Ayasofya geleneksel Latin mimarisi stilinde bir sütunlu bazilika olup, çatısı ahşaptı ve önünde bir atrium bulunmaktaydı. Bu ilk Ayasofya bile olağan üstü bir yapıydı. 20 Haziran 404’te Konstantinopolis Patriği Aziz İoannis Hrisostomos’un İmparator Arcadius’un eşi imparatoriçe AELİA ile çatışmasından dolayı sürgüne gönderilmesinin ardından çıkan isyanlar sırasında bu ilk klise yakılarak büyük ölçüde tahrip olmuştur.

2. AYASOFYA;

İlk kilisenin isyanlar sırasında yakılıp yıkılmasından sonra, İmparator II. Theodosius bugünkü Ayasofya’nın bulunduğu yere ikinci bir kilisenin inşa edilmesi emrini vermiş ve İkinci Ayasofya’nın açılışı onun zamanında , 10 Ekim 415’te gerçekleşmiştir. Bu yapı 13-14 Ocak 532’de NİKA ayaklanması sırasında yakılıp yıkılmıştır.

3. AYASOFYA;

İkinci Ayasofya’nın 23 Şubat 532’de yıkımından birkaç gün sonra imparator Justinianus öncekinden tümüyle farklı, daha büyük ve kendisinden önce gelen imparatorların yaptırdıkları kiliselerden çok daha görkemli bir kilise inşa ettirmeye karar vermiştir. İnşaatta 10.000 fazla kişinin çalıştığı belirtilir ve inşaat sonunda Ayasofya Kilisesi günümüzdeki halini almıştır. Ayasofya o zamanın en büyük yapısı olarak kabul edilen Süleyman’ın Tapınağı’ndan daha büyük olduğundan İmparator I.Justinianus halka yaptığı açılış konuşmasında “Ey Süleyman! Seni yendim!” demiştir.

Fakat yapılışından kısa bir süre sonra, 553 Gölcük ve 557 İstanbul depremlerinde ana kubbe ile doğu yarım kubbesinde çatlaklar belirmiştir. 7 Mayıs 558 depreminde ise ana kubbe tümüyle çökmüştür. İmparatorun talimatı ile restorasyon çalışmaları başlatılmış. Restorasyon çalışması 562 yılında tamamlanmıştır.

Yüzyıllarca Konstantinopolis Ortodoks patriğinin merkezi olan Ayasofya aynı zamanında Bizans’ın taç giyme törenleri gibi imparatorluk törenlerine de ev sahipliği yapmıştır.

Ayasofya’nın daha sonra uğradığı tahribatlar arasında 859 yangını, bir yarım kubbesinin düşmesine neden olan 869 depremi ve ana kubbesinde hasara yol açan 989 depremi bulunmaktadır. 6 yıl süren onarım çalışmalarından sonra 994’te yeniden halka açılmıştır.

Ayasofya en büyük yıkımı yine Hristiyan / Katolik Batı toplumundan görmüştür. Dördüncü Haçlı Seferi sırasında, Katolik olan Haçlılar Ortodoks olan İstanbul’u ele geçirip Ayasofya’yı yağmalamış, halkı da kılıçtan geçirmişlerdir. Ayasofya Kilisesinden aralarında İsa’nın mezar taşından bir parça, İsa’nın sarıldığı bez olan Torino kefeni, Meryem’in sütü ve azizlerin kemikleri  gibi birçok kutsal emanet ile altın ve gümüşten yapılma değerli eşyalar çalınıştır, kapılardaki altınlar bile sökülerek Batı Katolik kiliselerine götürüldüğü de belirtilmektedir. Latin İstilası (1204-1261) olarak anılan bu dönemde Ayasofya, Roma Katolik Kilisesi’ne bağlı bir katedrale dönüştürülmüştür. Tarihçiler dördüncü haçlı seferinin Ortodoks olan İstanbul için düzenlendiğini belirterek o dönemlerdeki Hristiyan toplumundaki mezhep savaşlarına dikkat çekmişlerdir.

Ayasofya 1261’de tekrar Ortodoks Bizanslıların kontrolüne geçtiğinde harap, ve yıkılmaya yüz tutmuş bir durumdaydı. 1317’de İmparator II. Andronikos finansmanını ölen eşi İrini’nin mirasından karşılayarak kuzey ve doğu kısımlarına 4 adet istinat duvarı ekletmiştir. 1344 depreminde kubbede yeni çatlaklar oluşması ve 19 Mayıs 1346’da binanın çeşitli kısımları çökmüştür. Bu olaydan sonra kilise 1354’te restorasyon çalışmaları başlayana kadar kapalı kalmıştır.

İstanbul’un 1453’te Osmanlı Türkleri tarafından fethinden sonra, fethin sembolü olarak Ayasofya Kilisesi camiye dönüştürülmüştür. O sıralarda Ayasofya harap bir haldeydi. Ayasofya’ya özel bir önem veren Fatih Sultan Mehmet kilisenin derhal temizlenip camiye çevrilmesini emretmiştir, fakat adını değiştirmemiştir. İki minaresi Fatih Sultan Mehmet döneminde inşa edilmiştir. Minarelerden biri de Sultan II. Bayezid tarafından eklenmiştir. 16. Yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman fethettiği Macaristan’daki bir kiliseden Ayasofya’ya iki dev kandil getirmiştir, günümüzde bu kandiller mihrabın iki yanında yer almaktadır.

II. Selim döneminde (1566-1574) Ayasofya’nın yorgunluk ya da dayanıksızlık belirtileri gösterdiğinde, bina  dünyanın ilk deprem mühendislerinden biri sayılan Osmanlı baş mimarı Mimar Sinan tarafından eklenen dış istinat yapılarıyla takviye edilerek, son derece sağlamlaştırılmıştır. Bu istinat yapılarıyla birlikte, Sinan ayrıca, kubbeyi taşıyan payeler ile yan duvarlar arasındaki boşlukları kemerler ile besleyerek kubbeyi iyice sağlamlaştırmış ve binaya iki geniş minare (batı kısmına) , hünkar mahfili ve II. Selim’in türbesine ( güneydoğu kısmına) eklemiştir ( 1577). III. Murat ve III. Mehmet’in  türbeleri ise 1600’lerde eklenmiştir. I. Mahmut 1739’da binanın restore edilmesini emretmiş ve bir kütüphane ile binanın yanına (bahçesine) bir medrese, bir imarethane ve bir şadırvan ekletmiştir. Böylece Ayasofya binası , civarındaki yapılarla birlikte bir külliyeye dönüşmüştür. 7.500 m2’lik bir yüz ölçümüne sahip Ayasofya iki katlı bir yapıdır.

Ayasofya’nın Osmanlı dönemindeki en ünlü restorasyonlarından biri Sultan Abdülmecit’in emriyle 1847- 1849 yılları arasında yapılmıştır. Külliyeye yeni yapılar eklenmiştir.

Taşıyıcı olarak beden duvarlarına oturtulmuş önceki yapıların kubbeleriyle kıyaslandığında, sadece  dört payeye oturtulmuş bu denli büyük bir kubbe mimarlık tarihinde gerek teknik , gerekse estetik bakımından bir devrim sayılmaktadır.

1930 ile 1935 yılları arasında restorasyon çalışmaları nedeniyle halka kapatılan Ayasofya’da Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle bir dizi çalışmalar yapılmıştır. Bakanlar Kurulu’nun 24 Kasım 1934 tarih ve 7/1589 sayılı kararıyla da müzeye çevrilmiştir.

Temmuz 2016’da Ayasofya Müzesi’nde düzenlenen Kadir Gecesi programında, 85 yıl aradan sonra sabah namazı ezanı okunmuştur. Ekim 2016’da Müze’nin ibadete açık olan bölümü Hünkar Kasrı’na , Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından uzun yıllardan sonra ilk kez asaleten imam atanmıştır. 2016 itibarıyla Hünkar Kasrı bölümünde vakit namazlar kılınmaya ve minarelerinden Sultanahmet Camii ile 5 vakit çifte ezan okunmaya başlanmıştır. 

Önümüzdeki günlerde Ayasofya’nın tekrar ibadete açılması toplumumuzun isteğidir. Bunu yerine getirecekte halktan kuvvet alan iktidarın kendisidir.

“Zalimleri affetmek, mazlumlara zulüm demektir.” Türk’ün töresinde de dinimizde de buna yer yoktur. Bu felsefe ile olaylara yaklaşmakta her zaman fayda vardır.